Spor sayfasını okuyup telefona sarılan ve gazetenin spor servisini arayan okurun telefonuna cevap veren kuşaktanım. Evet o günlerde de e-posta vardı ama tercih edilmez, bazı okurlar uzun mektup da yazardı ama sosyal medya daha keşfedilmemişti. Övmek ya da haberin, köşe yazısının güzelliğine iki kelime iltifat etmek isteyenler evet her zaman azınlıktaydı ama okurun ne düşündüğü mühimdi. Yazan insan için, okurun yokluğu ölümdür. Sabırla söyledikleri dinlenir, not alınır, ilgili kişiye iletilecekse iletilir, telefonun diğer ucundaki eğer hakaret etmiyorsa eleştiriler kulağa küpe olurdu. Bazen tuttukları takıma sayfalarda az yer ayrıldığını söyleyenler arar, bazen mühim bir bilginin yanlış aksettirildiğini söylerler bazen de köşe yazarlarıyla aynı futbol görüşüne sahip olmadıklarını belirtip, kendi kafalarındaki oyun analizini anlatırlardı… Her zaman işimiz çoktu ama dinlerdik… Sosyal medyanın özellikle de Twitter'ın yaygınlaşmasıyla yeni bir futbolsever ve taraftar tarifi çıktı karşımıza. İster öğrenci olsun ister meslek sahibi, karşısındaki kişiyi futbol bilmemekle suçlayan, kendi fikrinden başkasına tahammülü olmayan ve yaktıkça, yaraladıkça, kısaca linç ettikçe mutlu olan bir taraftar kitlesi… Geçmişte tuttuğunuz takım maç kaybettiğinde kazanan taraftarın ne dediği okul, iş arkadaşları, akrabalarla sınırlıydı. Derbi kaybeden pazartesi okula gitmez, kazanan işe formayla gider, en fazla telefonlara çıkılmaz, en fanatik olanı ise evinin perdelerini, panjurlarını kapatır kendini 2-3 gün karantinaya alırdı. İnsanlar birbirlerine takılır, dalgasını geçer sonunda illa ki bir gazoz, bir demli çay içerdi… Senin tuttuğun takımdan nefret edenlerin ne düşündüğünü, ne söylediğini bilmez, dolayısıyla sen de karşı bir nefrete sahip olmazdın. Futbol dünyası kendi başarılarını başkalarının başarısızlıklarının üzerinden anlatan 'şampiyon'larla dolu değildi… Facebook, Twitter, Instagram derken karşı tarafın ne düşündüğünü öğrendikçe kendi kendini bileyen bıçak gibi dolaşmazdı insanlar sokakta… Muhabirlik çok mühim meslekti, haber atlatmak, ertesi gün çıkacak gazetedeki imzalı haberine hayranlıkla bakmak, özenle manşet atmak paha biçilmezdi. Gazeteci haberini, yorumunu gazetesinde, televizyon ekranında yapar, önce sosyal medyaya yazmazdı. Kurumun başarısı, ekip çalışması ve servis ruhu, sosyal medyadaki takipçi sayısı, beğeniden önce gelirdi. "Yazdıklarım çalıştığım kurumu bağlamaz" uyarısı sosyal medyayla peydah oldu. Bir gazetecinin imza attığı haber, yaptığı yorum çalıştığı kurumu bağlamıyorsa, o kurumun neden ona maaş ödemeye devam ettiğini de kimse sorgulamadı… Taraftar her başarısızlıkta kurban arıyordu ve kesimhane Twitter'dı. Bir futbolcunun sosyal medya hesabının altına hakaretleri saydırmak kaybedilen maçın diyeti oldu. Nice teknik adamlar, ne güzelim futbolcular o lince kurban gittiler. Onlar kaybedince, kendini iyi hisseden bir taraftar kitlesi doğdu…
GAZETECİLİK CİDDİ İŞTİR
Tribünlere oynamak eylemi futbolculara aitti. Onlarla sınırlı kalmadı. Kulüp başkanları, yöneticiler, sahada formanın hakkını vermeyen ama sosyal medyada taraftarın kalbine oynayanlar, takipçi peşinde koşan bir gün kendi medyasını kuracağına inanan ama kendisi medyanın harbi bir parçası olamayanlar… Çeyrek asır önce sosyal medya olsaydı nice yıldızlar 30'una gelmeden futbolu bırakırdı. Zaten hepsi "kazma"ydı denir, dipsiz çukura atılırdı. Zamanın önünde elbette ki kimse duramaz. İnternetin nimetleri de sosyal medyanın çok sesliliği de gazeteciler ve futbolseverler için bereketli topraklar. Ekmesini de hasatı etmesini de bilenlerin elbette ki karnı doyuyor.. Lakin gazetecilik ciddi iş, bir takımı tutkuyla sevmek de yürek meselesidir. Bir Twitter hesabı açınca kimse muhabir olmuyor, 100 futbolcunun ismini yazınca en fazla transfer duyumcusu olunuyor. Bir yazı yazınca köşe yazarı olunmadığı gibi dörtlü defansı üçlü defanstan ayırabilen de futbol analizcisi olmuyor. Herkes yaşadığı şehrin takımını tutmak zorunda değil dolayısıyla stadyuma da gitmesi mecburi değil ama sabahın köründe kalkmadan, kuyrukta beklemeden, çıplak gözle atılan yenilen bir golü görmeden, kazanınca şampiyon kaybedince dünyanın sonu gelmiş gibi eve dönmeden de taraftar olunmuyor… Kazanınca Instagram hikayelerinde ver coşkuyu, kaybedince Twitter'da iki cümleyle yık dünyayı.. Ne yarının kalsın, ne geleceğin, yansın bu takım, batsın bu arma.. Kısa cümlelerle anlatmak zorundasın bugünün gençlerine kendini, bir maç 90 dakika olabilir ama onların sadece 3 dakikalık özete vakitleri var. Gazeteciliğin etik değerlerini hiçe sayıp, yarım asırlık kurumlarda tutunamayanlar için gazeteciymiş gibi oyun oynayacakları park alanları da var sosyal medyada… Yolun sonunda su akar yolunu bulur ama meşin yuvarlak da patladı, kalemler de, klavyeler de… Sosyal medya fenomenleri derseniz, fenomen eskiden pozitif bir kelimeydi ama pozitif de 2020 dünyasında artık yeni negatif…