50 yıldır tiyatro yöneticisi, 20 yıldır köşe yazarı, 35 kitap tercüme etti, 20'ye yakın oyun yazdı, 120 oyun prodüksiyonu yaptı, 65 filmde rol aldı, 350 bölüm televizyon dizisi yaptı. Yazdı, yönetti. 125 ödülü var. Bir ömre sığdırılan bunca emek... Son projesi Desidarata'da hem Devlet Opera Bale'nin orkestrasını yönetti, hem de sahnede stand-up yaptı... Ali Poyrazoğlu 50 yıllık birikimini bir yangında kaybetmemişçesine hâlâ hayata sıkı sıkı bağlı, kaybettiklerinin yerini yeniden doldurma derdinde. "50 yıl kül oldu. O küllerin içinden 50+1 dedim, yeni baştan başladım. Geri çekilmek yok" diyor.
- Nasıl ortaya çıktı Desiderata fikri?
- Desiderata, arzu edilen obje demek İspanyolcada. Bu sözcükten yola çıkarak yıllar önce yazmaya başladım. Bu sözcüğün altını doldurmaya çalışırken hep zihnimde, "İnsan sesine konan kuş" diye bir cümle dolanırdı. Ses tellerimizden ses çıkarıyoruz, oyuncu da sesini kullanan bir enstrüman aslında. Ses tellerinin üzerine insan öyküleri diziyorum ben. Opera da, sinema da, tiyatro da bunu yapıyor. İnsan neleri arzu ediyor, arzu ettiği şeyleri ele geçirmek için hangi yollardan geçiyor fikri üzerine bir stand-up yazdım.
Bu bir üçlemenin son ayağı. Yedi sekiz sene önce tiyatro festivalinde Asi Kuş'u yaptım, geçtiğimiz yıl bir caz orkestrasıyla Habanera Makamı diye bir gösteri yaptım. Bu üçlünün son parçası Desiderata...
- Devlet Opera Balesi ile nasıl yollarınız kesişti?
- Devlet Opera Balesi Genel Müdürü Murat Karahan, operayı halka sevdirmek ve onlara ulaşabilir hale getirmenin peşinde olduğumu biliyor. Sahneye bir eser koymamı istedi. Ben ona bu projemi anlattım. Müziğin kendini yalınlaştırmaya, süslü halinden kurtarmaya başladığı zamanları anlatalım dedim. O dönemlerde Richard Wagner'in süslü tarzını eleştirenler var, "Niçin operada halk yok, hep asiller, zenginler..." George Biset buradan yola çıkarak Carmen'i yazıyor. Carmen halktan bir kadın. Ve dünyanın en bilinen operası haline geliyor. Bunları hep anlatacağım sahnede.
Desiderata müzikteki yalınlaşma, daha naif, daha temiz bir halde, daha derinliği olan öyküler anlatma çabası. Bunu yapan bestecilerin parçaları var. Bunlarla ilgili yazdığım metni oynuyorum. Yapılmamış bir şeyi yapıyorum, opera orkestra şefiyim, oyuncu olarak oradayım. Son olarak bu seriyi Erik Satie ile bitirebilirim. Bir piyano ve çello ile... Desiderata ile Ankara, Mersin operalarına gitmeyi de düşünüyorum.
- Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?
- İşlerimi yaparken çok eğleniyorum. Eğlendirmiyorsa, ne para, ne pul, ne şan, ne şöhret, ne film, ne dizi umurumda. Hiçbir işte beni eğlenmeden çalışmaya ikna edemezsiniz. Birçok şapkam var, kurumlara eğitimler veriyorum, orkestra yönetiyorum, oyuncuyum, mesela Habanera Makamı'nda ağız armonikasıyla Ravel çaldım. Oyuncunun marifetli olması ve iyi silahlanmış olması gerektiğini düşünürdüm konservatuvara girdiğimde. Ben iyi silahlandırılmış biriydim. Fransızca konuşarak büyüdüm, İngilizce öğrendim, Rumca öğrendim. Kendimi marifetli oyuncu haline getirirken, hem sinemada hem tiyatroda üne kavuştum. O ünün bana getirdiği sorumluluk gereği, devamlı yenilenme, yaratıcı olmaya çabaladım.
50 yıllık tiyatro yöneticisiyim. Seyirci de 50 yıldır bizi ayakta tutuyor. Bu kendini yenileme sorumluluğu getiriyor. Yenilenmek için enerji gerekiyor.
- Niye bu kadar çok çalışıyorsunuz?
- Yeniden yeni şeyler yaratmak beni çok heyecanlandırıyor, gençleştiriyor, yaşama bağlıyor, zamanla olan ilişkimi yıpratmadan ileriye taşımama vesile oluyor. Tiyatroda da yeni projem var şu an; Evlere Şenlik isimli.
Aile dizimi şenliği yapıyoruz ki, dillere destan olacak. Derdim hem yeniliği yakalamak hem de hoşgörü alanını genişletmek... Benim temel amacım, hoşgörü alanını genişletmek. İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerinde sanatın; tiyatronun, balenin, sinemanın, romanın, şiirin çok geniş bir yer tuttuğunu, bunlarla iç içe yaşayan insanların yaşamlarını daha mutlu sürdüreceklerini, daha parlak bir geleceğin tasarımcıları olacağını düşündüğüm için, her zaman yeni projeler peşinde koşuyorum. Sanatın içinde yeniden soluk almasını öğreniyorum. Empati duygusunu geliştirmek için kültür sanatla dolu bir yaşam sürmek gerekiyor. Sanatla yaşamlarını sürdürenler, her gün kendini ve yaşamını yorumlayanlar çok kıymetli. Hz. Muhammed der ki, "İki günü aynı olan adamın bir günü kayıp demektir." Her güne yeni bir hayalle ve işle başlamalı.
- Çok önemli bir yangın geçirdiniz ve tüm anılar yok oldu bir bakıma...
- Evet. Çok acıydı ama durmak yok yola devam. Aynen ilk günkü gibi başlıyorum. 50 yıllık tiyatrom, dekorların tamamı, biriktirdiğim her şey yandı kül oldu, tüm depolar yandı. Bir afiş bile kalmadı geriye. Ve depoda, 18. yüzyıldan bugüne 200 parçalık kukla koleksiyonum yandı. Maske koleksiyonum, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Fikret Mualla gibi isimlerin resimleri yandı. Tiyatromun 50. yılıydı, kutlamak için bunlardan bir müze yapacaktım. Hepsi yandı gitti. 50 yıl kül oldu. O küllerin içinden 50+1 dedim, yeni baştan başladım. Geri çekilmek yok. Yangın faciaydı ama durmak yok. Hayatıma bakıp "Hevesini almadın mı, daha ne istiyorsun?" diyorlar. Her gün yeni baştan kültürle sanatla birlikte beni izleyenlerle birlikte ölüme meydan okumak istiyorum. Çünkü sanat ölüme meydan okumaktır. Yangından kalanları bir yerde sergileyeceğim, hikayelerini anlatacağım.
Ben de yeni toparlanıyorum...
- Sonrasında çevrenizden çok kıymetli destekler görmüşsünüz.
- Üç kukla geldi. Benim daha önce hediye ettiğim çok büyük ve önemli iki kukla vardı, çok önemliydi. Birini Mehmet Barlas'a hediye etmiştim, çok eski arkadaşım. Çok büyük bir at kuklasıydı. Yangından sonra hemen aile aradı, "Madem ki baştan başlıyorsun, hediye ettiğin at kuklasını geri hediye ediyoruz" dediler. Eğitim verdiğim firma iki büyük kukla hediye etti. Evde çalışma masamın yanındaki kurtuldu, o giden kuklaların hikayesini anlatacak.
HERKES AYNAYI YÜZÜNE TUTUP ÖZÜNE YOLCULUK ETMELİ
- Daktilo kullanmaya devam eden sayılı kişilerdensiniz. Neler yazıyorsunuz?
- Hâlâ daktilo ile yazarım. Anılarımı yazıyorum. Aynayı tuttum yüzüme / Nazar eyledim ben özüme /Ali göründü gözüme /Nazar eyledim ben özüme.
Bu bir ilahidir. Aynayı Tuttum Yüzüme olacak adı anılarımın. Aynayı yüzüme tutup, ne göründüyse onu yazıyorum. Herkes büyük bir cesaretle aynayı yüzüne tutup, özüne yolculuk yapmayı denemeli. Terapi peşine takılıyoruz, oysa insanın kendi kendine yapması gereken bir terapi var, o da özüne yolculuk. Herkesin özüne yolculuk yapma cesareti gösterip, kendini kayıt altına alması, yazarak kayıt altına alması gerekir. Günü ıskalamamak için, o günden sende ne kaldı unutmamak için bunu yapmak zorundasın. En zor iş insanın kendini okumasıdır. Kendimi okuyorum ben. Bu yolculuk anıları yazmaktan geçiyor, herkese günlük tutmasını, anılarını yazmasını şiddetle tavsiye ediyorum.
- Yorucu değil mi bu?
- Değil. Kendini okuma cesaretini göstermelisin. Kendinden kaçamazsın.
Hafızalı bir toplum olmamız lazım. Bizde çok az anısını yazan var, günlük tutan var. Adeta toplumsal bir Alzheimer yaşıyoruz. Siliniyor gidiyor her şey.
TİYATROCULARA KIRGINIM
- Bu tür büyük olayların ardından çevresini sınama şansı olur insanın. Kırgın olduklarınız var mı?
- Tiyatroculara kırgınım. Çok azı; çok yakın olduğum arkadaşlarım aradı. Meslektaşlarım aramadı. Böyle bir eziklik var içimde. Araması gereken bazı insanlar aramadı, o acıyı hissetmediler. İlk olarak Kültür Ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy aradı. Birçok belediye başkanı aradı. Meslektaşlarımla ilgili içimde bir eziklik, küslük taşımak istemem. Kırıldım ama kırılganlığımı iki saatin içinde yendim. Kırıldım, küstüm, böyle bir şeye hakkım olmadığını düşündüm. Belki herkesin kendi derdi var, belki tarzları değil, belki benden fazla haz etmiyorlar. Küslüğü içimden attım.