Herkes kendi tarihini yapar. Herkes Herodot'udur ahir ömrünün. "İnternet neslini anlamadan siyaset de olmaz, sosyoloji de" diye yazıyor geniş hacimli birileri. Onlara (mesafeyi koruyarak) sormak lazım: O nesli bu nesli bırak da muhterem, sen önce kendini anladın mı, kendini?
***
Han hamam, şan şöhret sahibi bir adam ilahi bir ses duymuş, azgınlıktan vazgeçip "güzel bir insan" olmaya karar vermiş.
Malı mülkü dağıtmış. Makamı mevkii terk etmiş. Çıkmış ortalara, "En cahili benim, bugüne dek nefsime kral ettiğim keçi bacaklı kaç doymazlık varsa hepsi için tövbe!" diye bağırmış. Kalbini kırdıklarından af dilemiş. Bir tas çorbayla doymuş. Alnını secdeye vurmuş, burnunu sürtmüş, salât etmiş, niyaz etmiş.
Soğuk izbe, içindeki eşyalar ve uşaklar dağıtıldığı için metruk durumdaki sarayında yaşıyormuş. Bir gün yine ibadetini yapmış, kitabını okumuş, okuduklarını düşünürken üstüne bir mahmurluk çökmüş. Tahtında şöyle kuş bir uykusuna yatmış.
Birden büyük bir gürültüyle yerinden zıplamış. Yattığı odanın tavanı gümbürtüden yıkılıyormuş.
Çıkmış bir bakmış: Sarayın kubbesinde tepinen bir deve kervanı! "Hop hemşerim," diye seslenmiş kervancıya. "Ne ararsın benim tepemde hacı baba?" "Görmüyor musun kervan geçiriyorum işte," demiş adam. "Birader geçirecek yol bulamadın da... " diye sinirlenmiş bizimki. "E" demiş kervancı "Sen taht üstünde ermeye, hakikati bulmaya falan çalışıyorsun ya, develer de tavanından geçiyor diye hiç şaşırma!"
İnsan tahtından zor vazgeçiyor, onu diyorum. Ondandır bu içimizdeki gürültü...
***
Bir kartal gibi yükseklerde uçmanın problemi vardır. Her kartala konacak bir dal lazımdır. Havada yaşadığı söylenen Ebabil kuşuna -rivayet öyledir- Kaf Dağının zirvesine tünerken rastlanmıştır.
Totaliter vakitlerde "evet efendim sepet efendim" şeklinde maraba tarzı yaşarken; serbest piyasa koşullarında neoliberal naralarla ipin ucunu kaçırıp bu kez şımarıklıktan depresyona düştük.
Sersem tavuk misali, bir öyleyiz bir böyle...
Fırtına insanda kopuyor yani, bütün kavganın mekânı o. Allah'ın halifesi olmak meşakkatli hadise.
Öyle esrarlı bir varlık ki insan... En iyi şeyleri de en rezil şeyleri de yapabiliyor. Melek ve iblis. Çoklu kişilik bozukluğu insanlığın temel karakteridir bence...
İlla ki yalnızlığa değil, sıcaklığa, birlikteliğe, muhabbete muhtacız. Anlaşılmaya... Gizli bir hazineydim bilinmek istedim, demiş ya Hakk. İnsan da öyle. Bilinmek ve anlaşılmak istiyor.
Sevginin, aşkın, sevdanın sırf bedenî hazlara indirgenmesi derseniz, o yalnız bu çağa mahsus değildir derim size. Hayvanlar âlemi mütemadiyen sızar bedenimize.
***
Allah'ın muhatap aldığı, sırlarını açıkladığı tek varlık insan. E o zaman aşka aşkla karşılık vermekten daha büyük din var mı bu âlemde? Bence yok. Bütün dinlerin, yani hakikate yol alan hızlı trenlerin özeti bu.
Siper kazarak değil, kalpten kalbe köprüler kurarak yükseliyor beşer. İlahi aşkın huzmesi de işte öyle vuruyor şanslı kişilerin ruh eşlerine.
İnsan, biz diyebilen bir aşkın mahsulüdür bittabi, ta en dibinde...
***
Haddizâtında aşkla alay eden, salt akla (veya lafza) tapan insanlarla doludur psikiyatri klinikleri. "Bilimsel" diye abartılanın çorak kıyısında yalnızdır küskün laborantlar...
Bazen soruyorum kendime, ne sürüklüyor seni? Seni bu denli hayata bağlayan ne? Aşk olmasa ne işin var senin bu ormanda?
Kendinle yüzleşmek uzun bir antrenman. Aynaya bakmak iştir bilene. Bir egzersiz!
Ezanların telkini bu yöndedir. Tekrarlayarak öğrenir kişi. Eser, ilk cümlenin yazılmasıyla başlar ve insanlar, sokakta yürüyen kilitli kitaplar. Alınyazıları bir alt yazı gibi geçer alınlarından.
Ne diyordum, taht falan hepsi yalan! Bu namlar, afralar, tafralar hepsi gazoz kapağıdır aklı olana.
Ama tek bir gerçek var, o kesin. Herkesin içinde yeni doğmuş bir bebek gülümser. Geldiği yeri, cennetini arar daima.
Biz meftunuz o arayışa...