Bazen bir kelimenin macerası sosyal değerlerin nasıl değiştiğini gösteriyor. Üstat kelimesi de öyle...
İtikatları ve toplumu hiçe sayarak, tarihi birikimden çatışma içinde koparak toplumu yeniden şekillendirmek isteyenlerin, nasıl soyutlanmış bir yalnızlık içinde olduklarını görüyor ve aslımızı bulmak istiyoruz.
Lakin bakıyoruz, birbirimize olur olmaz yerde 'Üstat' demekteyiz! Ki anlaşılır bir şeydir bu. Radikal bir baskıyla sindirilen geleneksel kültüre sahip çıkılmak isteniyor, budur asıl sebep!
Gelenekten, kültürel genetikten trajik kopuşumuzun sancısıyla kaybolduğumuz zaman içinde kendi kelimelerimizi arıyoruz.
Acemiliğimiz oradan...
***
'Üstat' denince ben Ahmet Haşim'i anlarım.
Ta 1928'de köşesinde yazmış:
"Üstad kelimesinin son senelerde aldığı mâna bu itibarla küçük bir tetkike değer.
Üstad, dâhiden bir rütbe aşağıda idi. Üstad, en büyük dâhinin arkasından gelirdi.
Üstad, ehliyetin son olgunluk merhalesini ifade ettiğinden yaş, baş, saç ve sakal mefhumlarını da ihtiva ederdi. İhtiyarın hürmet gördüğü devirlerde, üstad kelimesinin de utanılacak bir mânası olamazdı.
Son senelerde, maddi hayat zevkinin baskın bir şekil almasıyla, üstad kelimesinin de tedricen itibardan düştüğü görülür..."
Bir de 'Üstad' lafı; tam şimdi, İstanbul'un elimizden çektiği zulmü hatırladığımız günlerde, Bilge Mimar Turgut Cansever'i hatırlatıyor bana.
"Tanzimat'tan itibaren akıl almaz bir duyarsızlık, cahillik içindeyiz.
Tanzimat'ta Fransız, İtalyan, İngiliz kalfalara Boğazdaki yalıların ön cephelerine korent başlıklı taklit sütunlar yaptırılmaya başlanması Osmanlının son çağıdır!" "
Mesela Ernst Diaz der ki: 16 asır Osmanlı çini sanatı, insanlık tarihinde 400- 500 yılda bir vücut bulan nadir bir üslup olayıdır. Bu üslup olayını ancak MÖ IV-V. yüzyıl Yunan heykel sanatıyla karşılaştırabiliriz. Bu üslubun özelliği parlak renklerle, bitkisel bir süslemenin sonsuzluğu temsil eden beyaz bir zemin üzerinde sakin bir hareketle canlandırılmasıdır."
"Konfüçyüs, Müzik Hakkında Notlar kitabında şunu anlatır: "Hükümdar zalim olursa müzik ölgün olur. Musikinin renkleri parlaksa, hükümdar adil, halk mesut demektir."
Fransız cumhurbaşkanlığı için adı geçen Lamartin 1830'larda; Doğu Seyahatnamesi adlı eserinde Osmanlıyı şöyle tarif eder: "Bu ülke fakir. Ama bu ülkenin iki özelliği var ki, temizlik ve güzelliktir! Bunları hiçbir Fransız'ın tahayyül etmesi bile mümkün değildir."
1870'lerde Ziya Paşa ise tam ters köşededir: Diyarı küfrü gezdim, beldeler kâşaneler gördüm, dolaştım mülkü İslam'ı, bütün viraneler gördüm!
İşin acısı, Le Corbusier 1920'lerde bile, Osmanlının Balkan ve Trakya şehirlerinden ve de İstanbul'dan modern mimarinin çözümlerini üretmiştir.
"Halk haktır" hadisi şerifinden hareket eden Osmanlı, halkın kendi mahallelerini inşa etmesini sağlayarak kültürü sivilleştirmiştir. Bugün bu klasik erdem, 'Katılım-sürdürebilirlik-halkın yapabilir kılınması-adalet ve şeffaflık' adıyla Avrupa değerleri olarak konuşulmaktadır.
Çünkü geçen bin yıl, kim sahip çıkarsa onundur! Bizans'a on asır sonra Osmanlı sahip çıkmış ve onu da kapsayarak yeni bir medeniyet yaratmıştır...
Genetik kalıtımdan kopuşumuz, akışı kestiği için kültürel üretimimiz trajiktir.
Ne var ki, bu trajik kopuştan faydalanabilir, Osmanlı kültürel mirasına bir mesafeden bakabilir, ortak genlerimizi yakalayabiliriz...
***
Buradan 'Üstad' meselesine geri gelirsek; "Bizde bu kelime şimdi yarı yarıya garip bir şaka. Üstad, okuyup yazmakla vaktini beyhude geçirmiş bir bunağın sıfatı şeklinde manidar söylenmeyecekse eğer!" diyen Ahmet Haşim kadar karamsar değiliz artık.
Fakat naçar kavlimizce 'Üstad' diye bugün, Büyük Osmanlı çözümleri ile Batı Taklitçiliği döneminin tercihleri arasında bocalayan insana; mirasın bu iki karşıt yapısını ayrı ayrı ve birlikte anlatana, bir çözüm sunana denecektir...
(Okuduğunuz metin, A. Haşim'in Üstad yazısı ve T. Cansever'in Derin Tarih-Osmanlı Özel Sayısı'nda yayımlanan mülakatından müteşekkildir.)