Eğer insan bir kara büyüyle uyutulmuşsa tarih tekerrür ediyor...
Faraza, Abdülhamid dönemi 30 yıl Osmanlı toplumu huzurlu bir hayat yaşamıştı. Dış borçlarını ödenmişti. Borç 220 milyon pounddan 30 milyon pounda indirilmiş, iktisadi bir refah yaratılmıştı.
Bugün bütün tarihçilerin üzerinde birleştiği nokta "Abdülhamid Barışı" gerçeğidir.
O, demiryolları fikri, tanıtım atakları ve İslam'a yaptığı vurguyla ince bir denge siyaseti güderek imparatorluğu bir arada tutabildi.
Yani Avrupacı Jön Türkler, Tevfik Fikretler falan sürekli hakaret ediyorlardı ama halk halinden fazlasıyla memnundu. Memnuniyetsiz olan Fransız kafasındaki aydın, paşa takımıydı. Fransız devrimi istiyorlardı.
Abdülaziz devrilmiş. Devrilir devrilmez de şüpheli bir intiharla ölmüştü. Arkasından gelen 5. Murat bu hengâmenin ortasında delirmiş, Abdülhamid onun ardından tahta çıkmıştı.
Osmanlıyı parçalamak için gece uyku tutmayanları ve onların hempası olan koalisyonu görüyor, bin türlü kumpası izliyor, şüphesi sürekli kışkırtılıyor, onu bir takım sert önlemler almaya itiyordu.
Gerçi ilerde İttihat Terakki idaresinde işlenecek cinayetleri düşünürsek bu öyle bir sertlikti ki, en büyük ceza sürgündü! Mesela Harbiye Camii'nde ona bomba atan Ermeni Jores karşısına çıkarılmış ve kendisi maaşlı bir casus yapılmıştı. Böyleydi...
1908 İkinci Meşrutiyet darbesi Sultan 2. Abdülhamid'in kişiliğine düşmanlıkta birleşmiş bu koalisyon tarafından yapıldı.
Enteresan yanı Batılılar sultana Kızıl Sultan adını takmışlardı. Bizim darbeciler de öyle. O zamanlar diktatörlük icat edilmemişti, istibdat diyorlardı. İttihat Terakki istibdata karşı yapmıştı bu darbeyi.
Ağzını açmanın yasaklanacağı yasalarıyla sakil bir diktatörlüğü kurmak için...
İçi boş sloganlar ise tanıdıktı: Hürriyet, eşitlik vesaire.
Birinci Meşrutiyet beş paşa tarafından ilan edilmişti. İttihat Terakki, Enver, Cemal, Talat ve Resneli Niyazi ile darbecilik doruğa çıktı. Babıali Baskını ile silsile sürdü gitti. Askeri darbeler tarihi Osmanlıyı yıkmaya yaradı...
İkinci Meşrutiyet'in ilk üç-dört günü kimse "yaşasın hürriyet" falan diye meydanlara çıkmadı.
Selim Sırrı ile Filozof Rıza Tevfik sokaklarda ajitasyon yaptılar ama kimse onları omuzlayıp "Kahrolsun Abdülhamid, yaşasın meşrutiyet" diye bağırmadı.
İttihatçıların ünlü "Kahrolsun kahpe Bizans İstanbul, yaşasın Kâbe-i hürriyet Selanik" sloganını atmadı.
Sonradan bir azgınlık oldu. Nazilere ilham veren toplu yeminler edildi. İttihat Terakki'ye bağlılık antları ilkokul çocuklarına kadar indi. Fabrikalarda işçiler de topluca yemin ettiler...
Mustafa Kemal ittihatçılara, 1908 Şubat ayında 1/324 kod numarasıyla Selanik'te, kazanan tarafın kim olacağı netleştiğinde katıldı. Kemalist kadro İttihat Terakki'nin "b ve c" kadrosuydu. 1938'de o kadrodan ayakta bir tek İnönü kalacaktı...
Bugün bizim Kemalist devrimler dediğimizin çoğu aslında İttihat Terakki'nin denediği, yapmayı düşündüğü şeylerin gerçekleştirilmiş halleridir.
Açıkçası harf devrimi, Mustafa Kemal Paşa'dan önce 1917'de "huruf-ı munfasıla" adı altında Enver Paşa tarafından ordu içinde aktif olarak kullanıma sokulmuştu.
Takvim değişikliği de 1917'de İttihatçıların yaptığı değişikliğe dayanır.
"İstanbul düşmanlığı" ittihatçılardan devralınmış bir psikolojiydi...
1908'de örgütün içinde Rum, Ermeni, Musevi Osmanlılar vardı. En üst kadrolarda Musevilerin nüfusa göre çok ağırlıklı olduğu görülüyordu.
Balkan yenilgisinde "Kâbe Selanik" kaybedilince Osmanlıcılıktan etnik milliyetçiliğe ve ideolojik bir İslamcılığa döndüler...
Evet, Abdülhamid zamanında pek çok şey iyi gidiyordu. Avrupacılar Abdülhamid'den sonra ülkeyi kana, karanlığa, tehcirlere, yoksulluğa, giderek ırkçılığa ve de savaşlara gark ettiler. Ülkenin parçalanmasına neden oldular.
"Abdülhamid gitsin!" demişlerdi. Ama o gidince ne yapacaklarını hiç ama hiç bilmiyorlardı...