Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

Bırak soğusun

Nur, eskimiş, geride kalmış bir zihniyete tıpatıp benzeyen terk edilmiş metruk terasta uyanmadan önce ortamların fena olduğunun farkındaydı.
Devletin dibine kurulmuş "Zehirli Çekirdek" feraseti ortaokul seviyesindeki birine ırkçı bir Kürt örgütü kurdurmuş, karşısına da ırkçı Türk örgütlerini dikmiş, arada ne kadar mütebessim Türk-Kürt demokratı varsa hepsini bunlar sayesinde silip süpürmüştü.
Fakat tezgâhın topuna birden dikilen bir adam gelince işler bozulmuş, lakin siyasetin nimetlerinden zengin olma hayalleri kuran kifayetsiz muhterisler Nişantaşı yaylalarında yayılmış ajanslarla ortaklaşa hortumlanacak fon bulamayınca…
Diğer kurnaz "yancılar" ve boyası akmış entel Kadızadelerle birlikte orada burada faldır fuldür konuşmaya başlamışlar, topuklamak maksadıyla yukarı mahalleye doğru çeşitli tüneller kazmışlardı…
Gaza çabuk gelen yoksul halk, sahipsiz bırakılmış ve ilkel bir faşizmle beyinleri yıkanmış köylü çocukları arasında bile isteye kızıştırılan çatışma, cenaze levazımatçısı kılıklı gizli örgütlerin bunak liderlerine ve de ecnebi sinsilerin fırıldaklarına yararken, çoktan tokat içinde kalmış, tepesine halkın yumruğu inmiş "Çekirdek" son hamlelerini Dolara doğru ibadet edenlerle yaparken…
Fırtına esip duruyor, toz dumanda sapla saman birbirine karışıyor, akla kara seçilmez oluyordu.
Geceler uzayıp durmakta, zifiri karanlığa giriftar olmuş zulalar aniden sırta saplanan bir hançer kadar ıstırap vermekteydi…

***
Ertesi sabah, kuşluk vakti herkes uykudayken Nur kalkmış, uyku tulumunun üstüne bağdaş kurmuş, denize bakıyordu. Gazelhanın biri, kulağa Sabâ makamında yanık bir ezan sesi gibi gelen bir gazele başlamıştı.
Bırak İsmail soğusun bırak
Bu tekkeye eteklerinde baharla girilir
Merdivenlerini çıkarken neşeli ve kıvrak
İnerken hüzünlü ve ıslaktır, ıslak.
İsmail, bırak İsmail, bırak, soğusun bırak…

Nur, hem islamofobik kayıtlarda hem de röntgencilerin çektiği filmlerde sakıncalı olarak geçen ve sadece Sufi gazelhanlar tarafından okunabilen ezgiyi bir süre kıpırtısız dinledi. Sonra saçını tuttu, çekti. Peruğunu çıkardı, önüne koydu! Çıplak, kazınmış kafası ortaya çıktı.
Sırt çantasından kapağı ebrulu bir defter çıkardı. İşaretli sayfayı açtı, okumaya başladı.
"Geç kalmış mektup" diye bir başlık atmıştı.
"Ah anacığım! Benim kadersizim. Ah anam! Kafa derisi soyulmuş anam.
Yazık bize! Benim kekik kokuşlum. Vakitsiz ölümlerde çocuklarını kara toprağa veren anam, ah be anam! Allah bu çağı affetsin anam…"
Nur, bir Mısır kadınını andıran hatlarını vurgulayan, fildişi rengindeki cavlak kafasını gökyüzüne kaldırdı. Zümrüt gözlerini bulutlara dikti. Bulutlar çamur yüklü kocaman bohçalar halinde asılıydı. Renk değiştirip duruyorlardı. Sabahları hep böyle oluyor, fakat tam güneş çıkacak derken gökyüzüne yine kalın, gri bir perde çekiliyor, hava yine kararıyordu. Bir türlü sabah olmuyordu!
Nur'un kafa derisini serin bir rüzgâr ürpertti. Başka bir sayfayı çevirdi, okumaya devam etti.
"Kalbimi açıyorum size… Burada bir âlem, orada bir âlem, bense eşiğindeyim kendimin. İçim bin türlü! Yerlere göklere sığamıyorum da bir tek gönlüme mi sığıyorum? Hayvandan alçağım ve melekler bakıyor gözlerimden. Aklın gözünde gözlük. Aydınlar, tüzük filozofları! Milli Bencilliğin adı Milliyetçilik! Huysuz Bilginler: Beyazlama isteğinin yılışık yalakaları…"
Uzandı, çantasından bir kalem çıkardı. Ucunu dudaklarına dokundurduktan sonra, "Huysuz
Bilginler" diye başlayan satırı sonuna kadar karaladı, sildi. Altına şunları yazdı:
"Öfkeöfkeöfkeöfke! Öfkeliyim… Genden mi arızalıyım nedir? Kibrim burnumda çıban! Kör talihim. Saka kuşuyum. Herkes kadar karışığım. Neyse ki artık yalnız değilim. Artık değil. Neyse ki..."
Durdu. Denizde uyuyan yorgun kaplumbağaları andıran adalara, pas renginde yük gemilerine, dalgakıranlara, şehre mütemadiyen "Kaderinden kaçamazsın aşüfte!" diye bağırdığı rivayet edilen Kız Kulesi'nin nafile inzivasına doğru baktı.
"Kendini bilen Rabbini bilir!"
Son cümleyi yazdıktan sonra kalemi bıraktı. Başını yeniden, turfanda mürdüm eriğine dönmüş bulutlara kaldırdı. Ağaran göğün altında apak kafasıyla geç kalmış bir dolunay gibi oturdu. Sustu.
Sabahın mavisi üstüne yağdı…
"Bırak İsmail, soğusun bırak…"
Delirmiş biri, uykusuz gazelhan ya da her kimse işte, şarkıyı bitirmişti.
İçinde bir söz dolaştı:
Baş tacı, lafım sanadır. Hırsı, kini, kibri, bilgiçliği, kurnazlığı, kıskançlığı, bağırmayı, çağırmayı bırak. Bırak soğusun. Öfkeyi bırak, soğusun bırak!
Bıraktığın neyse, başında bekle istersen. Ama bir süre bir kenara koy be kardeşim! Bir dur, bir sakinleş. Bi'bırak şunu, bırak soğusun.
Sonra bir bak kendine!
Ne güzel bir insanmışsın meğer…
***
*Bırak İsmail Soğusun. Mehmet Müfit'in şiirinden ilhamla…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA