Bir sabah bir kalktım, bir baktım ki, o da ne? Kent yeşermiş!
Yemyeşil bir şehir var karşımda! Bir taraf minare boyu gökdelenler, öyle kat kat çiçek tarhları içinde. Vaha kıvamında teraslar...
Bir taraf imparatorluklar başkenti. Camilerin, anıtların, zarafetin etrafını saran gecekondu- apartmanlar yok olmuş, doyulmaz bir tarih sepya renkleriyle ortaya çıkmıştı. Giriş katları dükkân, üst katları konut, balkonlarından çocuklar sarkan evler, toplumla barışmış bir ticaret. Osmanlıyı hem letafette, hem serbestiyette aşmış gıcır gıcır bir medeniyet, dünyayla uyum içinde danstaydı.
Şehrin her yanında minik korular, kurşuni kubbeler. Kubbelerde kuş yuvaları vardı.
Tertemiz deniz kenarları su içinde yeşildi. Kediler mırmır, martılar assolist.
Bir sabah bir kalktım ki, sanki Hızır aleyhisselam geçmişti kentten.
Arkasında o yeşil, o diri izi bırakaraktan yürüyüp geçmiş ve bet bereket yağmıştı semtlere.
Sokakları, duvarları bir sağanak gibi kaplayan sarmaşıklar, allı güllü, mutlu mesut bir yorgan gibi sarılmıştı insanlara.
Kendimi kanaatkâr, tatlı bir barışın tam ortasında bulmuştum.
Sokaklara baktım, sabun kokuyordu. Kimse aç açık değildi. Selam veriyordu birbirine millet. Tebessüm, anlaşılıyordu ki bu şehirde göz kırpmak kadar doğaldı. Sakin bir ahali dolanıyordu etrafta.
Asıl şehre, Eminönü'ne, gerilerde kalmış çocukluğumuzun terk edilmiş Atalar Mağazasının karşısına, ağır bir mimarinin önüne, kaldırıma, masalara oturdum. Bir çay söyledim, karşıdaki kapitülasyonlara, Deutsche Orient Bank'ın silik izine baktım. Üçgen bina elden geçmiş, iç ışıklarını yeni haline, Arifler Mektebi'ne yakmıştı. Ömrümüzü tüketen 19. yüzyıl nihayet bitmişti.
Fesini eğiyordu rap pantolonuyla kebapçının servisçisi, çorapçı kulaklıktan Neşet Ertaş dinliyordu. İspanyol bir soprano yandaki masada kendine arya söylüyordu. Mekânda caz kıvamında Tatyos Efendi çalıyordu. Tatlı dilli, zihinlerde "cüzdan yerinde mi acaba?" fikri uyandıran bir Afrikalı, saç ektirmiş Arap gençlerine saat satıyordu.
Saatler geçiyor. Zaman İstanbul'da medeniyetlerin birbirine karıştığı bir katlanma yaşıyordu. Katlanıyordu, dürülüyordu.
Kültürler üst üste biniyordu. Yeni lisanlar bulmanın saati çalıyordu...
Oysa daha dün büyük bir fırtınadan çıkmıştık! Çatılar uçmuş, insanlar korkmuş, evleri su basmıştı. Demek diye düşündüm, her fırtına gibi bu da geçti. Bayağı bir darp etmişti ama geçmişti. Kent darmaduman olmuştu ama bak toparlanmıştı!
İnsan kendinden örnek almalıydı. Ne fırtınalardan çıkmıştık, ne çatıları uçmuştu da hayatımızın, dimdik dikilmiştik sonunda. İstanbul, kalbimizin başkenti de öyle canlı, öyle dirençliydi işte. Bize benziyordu...
Fırtına dinmiş yağmur, demek ki bir rahmet gibi üstümüze inmişti.
Büyük bir değişim yaşanmıştı! Her taraf kafe taklidi yapan, restoran taklidi yapan kütüphanelerle, galerilerle, kapısı ardına kadar açık dergâhlarla dolmuştu. Alnında Sühreverdi yazana mı, yoksa Gazali yazana mı girsem, baksam diye tereddütte kaldım.
Fakat o sırada caddeden süslü develeriyle ağır aksak bir kervan geçince... Ve yan masadaki kızıl saçlı kadın, mor örtüsüyle Yemen güzellik yarışmasından çıkmış gibi duran arkadaşıyla, "Bergson'a göre Fatiha tefsiri üstüne" kuşdilinde konuşmaya başlayınca...
E artık bu kadarı da olamaz diye dank etti kafama!
Anladım ki rüyadayım!
Kesin rüyada. Gözümü bir açtım, yataktayım. Sabah yeni ağarmakta.
Ama bir söz takılı kalmıştı kulağıma: "İnsan rüyalarının toplamıdır!" diyerekten...
Öyle bir insan düşledim. Niye olmasın? Rüyalarına layık olmuş bir insan. Tamamlanmış bir insan. Bir İnsan-ı Kamil.
Ne güzelsin, ne güzel bir sırsın sen, demek geldi içimden o müstesna nesle.
Ağacın, kuşun, çiçeğin, suyun ne güzel. Emanetlerin ne latif!
İdrak eden, idrak edilen bir mucizesin. Sana insan demişler, bilinmez bir hazinenin bilinmek isteyişisin. O kadar şereflisin.
Kimselere söylenmez bir söz gibisin. Özün de özüsün...
Sen ne güzelsin! Kalplerden kalplere giden yolun ortasında görülmemiş renklerde açan mucizevi bir çiçeksin.
Gözünde tomurcuklanan o şükrün gözyaşlarıyla.
Sonradan hatırladım aslında:
"İnsan uyurken rabbine yakın olur ve Allah haberlerini rüyalarda duyurur!"
Demişti bizim bilgelerden biri. Sağdan sola yazılan yeşil bir lisanla.
Hayırdır inşallah...