Güneş açınca trak diye adaya bahar geliyor. Fenalıklar Corp.'un el altından üstümüze saldığı Kara Büyüye inat güneş, kurduğumuz düşlerin ağaçlarını suluyor. Bahçedeki yediveren gül açıyor, firari isketeler ötüyor. İyot ve kekik kokusu insana yaşama sevincini hatırlatıyor.
Sanki kış bitecek, neşemiz yerine gelecek! Diriliyoruz. Kıyamdır bu.
Niye olmasın? İmparatorlukların kalbinde, bilge bir coğrafyadayız sonunda. Onların torunlarıyız...
Yazlıkçılar gidince kargalar ortaya çıktı fakat! İnsan sevmiyorlar fazla. Ekmek atıyorum onlara. Pek yüz vermiyorlar ama. Bir surat, bir surat.
Terk edilmiş kedi, köpek sürüleriyse güneşte daha bir sempatik. Yalnızlık bitti, dışarıya çıkan insanlar ekmeklerini paylaştı, karınları doydu, yalanıyorlar.
Geçen gün bir tanesi, siyah kürklü, adı Kanki idi yanılmıyorsam. Kuyruk salladı, yanıma yaklaştı. Ateş isteyecek sandım, çakmağı arandım. "Abi" dedi, "Biz her şeyin farkındayız, bakma sen o asabi kargalara!"
"Tamam" dedim Kanki'ye vapura bindim. Açtım laptopumu, Kıraç'tan Endamın Yeter'i dinlemeye başladım. Birden ağır bir koku!
Karşıma nefes darlığı çeken şişman, sarsak, derbeder bir adam oturmuştu. Dili bir karış dışarda, gözlerinde şişe dibi gözlükler. "Halam" dedi bana! Başımı salladım...
Evsiz insanların alametifarikası koca çantasını yerleştirdi köşeye. Yanındaki denizci kalktı, koca bir çay aldı ona. Cebinden çikolatalı bir bisküvi paketi çıkardı. Hapır hupur, döke saça yemeye başladı.
Arada eğlenceli, kocaman gözlerini bana dikiyor, dilini çıkarıp gülümsüyordu...
Bu gariban bir süredir yaz kış adada. Yazın sahilde, izin verilen teknelerde uyuyor. Kışın ise ne yapıyor, sonradan öğrendim
Balıkçı barınağına ne zaman insem ordaydı. Gürül gürül yanan sobanın, demli çaya ve okeye oturmuş, kül yutmaz, mantara basmaz, yabancılara yüz vermez balıkçıların yan masasında kitabıma gömülmüşken; bu garibanın koca torbasıyla bir yerlerden çıkıp geldiğini görürdüm hep.
Deniz Adamları'nın, garibin çayından, ilacına her şeyiyle ilgilendiğini, şakalarıyla ona koca bir aile duygusu yaşattıklarına şahit olurdum.
Kimsesize derme çatma bir kulübe bile bulmuşlardı kışlık olaraktan. Havalimanından malulen emekliydi. Bir kaza geçirmiş, beyni hasar görmüş, felç geçirmiş, diline vurmuş, engelli bir hale gelmişti. İki dairesi, iki çocuğu ve karısı varmış. Evlerini elinden almışlar, maaşına kredi borcu yüklemiş, terk etmişler. O da sokağa düşmüş, sonunda kapağı adaya atmış...
Birkaç gün sonra bir gece son vapurla dönerken yine karşımdaydı bizimki! Siyahları çekmiş, tıraş olmuş, yeni bir çantayla kuşanmış dönüyordu. Yine etrafa tatlı tatlı gülümsüyordu.
Hikayeyi bilen bir balıkçı tercüme etti olan biteni. "Donuyordu o kulübede. Telefon ettik Belediye'ye. Götürdük, hasta olmasın diye."
Kabataş iskelesinden gelip almışlar. Yıkamışlar, paklamışlar. Gündüz çıkıp gezebilirsin, gece gel yat sıcak sıcak demişler.
Haftada 50 lira harçlık vereceğiz, gel kışı burada geçir, demişler. Ama dinlememiş bu. İlle de evime gideceğim demiş. Niye? E adayı özlemiş!
Fırsatını bulmuşken, "Affedersin, niye Halam diyor peki?" diye sordum. "Selam diyor abi" dedi denizci. "Adı da Mesut iyi mi?"
Bir film gibiydi sahiden hayat! Yerini bulmak mühim meseleydi...
Geçende Nişantaşı'nda bir randevum vardı. İpekten bir hanımla bir sokak kafesine oturduk. Dizi oyuncusuydu. İşsizdi şu sıralar. Borcu, harcı vardı. "İçimle konuştukça, oyunculuk ağır gelmeye başladı" dedi. Biz oradayken, ekrandan tanıyıp musallat olan semt dilencilerine parasını dağıtmış, kimseyi memnun edememişti. Kızın, kendi adasını arayan yüzünü düşündüm.
Sıkı bir şair, "Aslında tek bir şeyi anlatıyorum / Aynı yerden başlayarak" *(1) diye yazmıştı.
Dilimde tuhaf bir şişme, vapurdan inip eve doğru yürürken, karşı kıyıdaki İstanbul çoktan kepenklerini indirmiş, ışıktan ziynetlerini takmış, sere serpe uzanmıştı.
Bu milletin güzelliği bir yeraltı nehriydi usta! "Üstten" bakınca görünmüyordu.
Kuşlar ve börtü böcek ve adanın mütevazı insanlarının, hepsinin bu dünyada bir kısmeti, bir nasibi vardı. Herkese yer vardı burada. O kargalara bile...
Hayalimdeki sevgiliye dua niyetine, duysun diye, "Tedirgin ellerinde bir çeşme saklıyorsun, içmesem öleceğim; bakışım onda öyle" *(2) diye seslendim.
Sonra Çekirge içimden ve de cümleten, mutlu mesut bir yeni yıl diledim. Muhabbetler artsın istedim...
* Şiirler: 1 Elif Nuray, 2 Mehmet Aycı (İtibar dergisi Aralık sayısı)