Bu sayfada epey sıklıkla futbol dünyasının yıldızlarını konuk etmiş olmama bakmayın. Ben aslında bireysel sporları seviyorum. Snooker, tenis, atletizm, ski jumping, curling, yüzme gibi. Ama itiraf etmeliyim ki bu saydıklarımdan da önce bir sumo tutkunuyum. Kurban Bayramı tatiline denk geldiği için Japonya Başbakanı Juniçiro Koizumi'nin Türkiye gezisinde Başbakan Erdoğan'la yaptığı spor muhabbeti ne yazık ki hak ettiği ilgiyi bulamadı. Oysa Türkiye dahil Avrupa'nın futbol sektörüne yabancı oyuncuların ağırlıklarını koymaları nasıl bitmeyen bir tartışma konusuysa (bana göre, genel kanının aksine oyun kalitesini yükselten çok önemli bir etken), Koizumi de Japonya'nın milli ve tarihi sporu "sumo"da üstünlüğün yabancılara geçmesinden yakındı, şu anda "Büyük şampiyon" ünvanının bir Moğol'da olduğunu anımsattı ve iç çekerek ekledi: "Türkiye'den de sumo güreşçileri çıkarıp gönderseniz hiç de fena olmaz." Başbakan Erdoğan'ın da Koizumi'nin bu çağrısına "Moğolistan gezim sırasında başkent Ulan Bator'da o şampiyon sumocunun işlettiği restoranda yemek yedim" dediği basına yansıdı.
SUMONUN EFSANE İSMİ
Koizumi'nin çağrısından ve Erdoğan'ın "Neden olmasın" yorumlarına açık Moğolistan örnekli yanıtından cesaretlenen cüsseli ve yaşı 25 civarındaki bir sporcumuz da, "Sazan gibi" (bu deyimi yeni öğrendim ve çok sevdim) oltaya atılıp kendini ilk Türk sumo güreşçisi adayı ilan ediverdi. Kimse de yadırgamadı. Bana da "yuh" çekmeye terbiyem elvermediği için, "tövbe tövbe" anlamına başımı iki yana sallayıp, "sumo" nun yaşayan efsanesini anlatma zorunluluğu düştü. Hani yukarıda alıntı yaptığımız Koizumi'nin "Büyük Şampiyon" (Japonca'da ve sumodaki adı "Yokozuna") dediği, Erdoğan'ın da "Ulan Bator'da akrabalarının işlettiği restoranda yemek yediğini" anlattığı Mogol sumocu var ya; onun adı Asaşoryu. Bu onun "dobyo"daki ismi. Anlamı: "Mavi sabahın genç dragonu". Türkçe'ye uyarlarsak, "Şafak vaktinin genç ejderhası" anlamına geliyor. Dragonu anlatmaya gerek var mı? Uzakdoğu'nun mitolojik hayvanı ya da yaratığı. Belki hiç yaşamadı, belki dinazorlarla birlikte soyu tükendi. Hani masallarımızda dokuz başlı, her başından ateş püskürten yaratık var ya; işte o. Özellikle Çinliler bugün bile onu her an dönebilecek canlı olarak kutsuyor. Hatta dragon dolaştığına inanılan bölgelerde evlerin en alt katı, onun geçişine engel olmaması için kapısız, penceresiz, duvarsız bomboş bırakılıyor. (Farklı bir kültüre yolculuğun başında bazı kavramları ve deyimleri anlatmak zorundayım. Kalemi-kağıdı hazırladıysanız kolları sıvayalım: Birinci not: Onların adı sumocu veya sumo güreşçisi değil, sumo-tori. Bu müthiş soylu ve keyif veren sporun meraklılarının bildiği bir tanımları daha var: Rikişi. Anlamı: Güç savaşçısı. İkinci not: Her sumo-tori mutlaka güreş hayatında kullandığı sportif bir ad alıyor. Sumo'nun zamanın sislerinde kaybolan tarihi boyunca oluşmuş geleneğinin vazgeçilmez kuralı. Üçüncü not: "Dobyo", sumo-tori'lerin güreştikleri daire ya da çember biçimindeki alanın adı. Yarıçapı 4.55 metre. Bir tür pist veya ring. Zemini toprak. Sınırları belirleyen yarım karış kadar yükseklikteki duvarcık ise kil.) Koizumi ve Erdoğan'ın adını vermedikleri günümüzün "Büyük Şampiyon" u Moğol sumo-tori Asaşoryu'nun gerçek adı: Dolgorsurin Dagvadorj. 27 Eylül 1980'de Moğolistan'ın başkenti Ulan Bator'da dünyaya geldi. Ne hoş sürpriz; o da benim gibi Terazi burcundan. 1.85 boyunda. Sumo-tori'ler için pek uzun boylu sayılmaz. Çünkü çoğu 2 metreye yakın. Ağırlığı ise değişiyor ama 140 kilo civarında. Yani cüssede de Sumo-tori'ler veya Rikişi'ler için "sıska" sayılır. Çünkü bu sporda 150- 160 kilolu güreşçiler bile "normal sıklette" kabul ediliyor. Dolgorsurin Dagvadorj, geleneksel Moğol güreşi olan ve geçmişi Cengiz Han çağına kadar dayanan "Garuda" da birçok şampiyon çıkarmış olan bir aileden geliyor. Sumo ile tanışması tamamen rastlantı sonucu. Öğrenim için Japonya'ya gelince bu spora merak saldı. Yıl: 1997. Yani 17 yaşındaydı o sıralar. Sumo için hiç de uygun yaş değil. (Bizim 25'lik delikanlımızın ortaya atılmasına o nedenle güldük. Çünkü sumo eğitimi en geç 14, haydi bilemediniz 15 yaşında başlıyor. O kadar oyunu öğreninceye, dobyo'da heybetiyle yer almasını sağlayacak cüsseye ulaşıncaya kadar zaten nereden baksanız 8-10 yıl geçiyor. Yani bizim Moğol şampiyon bir istisna. Ve onun dışında sumoya geç denebilecek yaşta başlamış bir sporcunun zirvelere ulaşması pek görülmedi. Moğol gencin en büyük şansı, eski "Ozeki"lerden Wakamatsu Oyakata ile tanışması oldu. ("Ozeki", sumoda "Yokozuna", yani "Büyük Şampiyon" un hemen altında yer alan ama aralarında uçurumlar olan mertebe. "Şampiyon" anlamına geliyor. Unvanları aşağıda anlatınca, "Şampiyon" ile "Büyük Şampiyon" arasındaki farkı daha iyi belleyebilmenize imkan vereceğimizi umuyoruz.) Oyakata onun antrenörü oldu. Sumonun sadece tekniğini değil, her biri yüzlerce yıllık geçmişe sahip oyunları da öğretti. Hakkını teslim edelim; Dolgorsurin Dagvadorj, öğrendiği oyunları, Moğol güreşinin incelikleriyle birleştirdi, böylece daha önce "Dobyo"larda görülmemiş bir teknik geliştirdi. Zaten başarısının sırrı da burada yatıyor. Hem güçlü hem zeki hem rakiplerinin bilmediği oyunlar uygulayabiliyor. (Bir not daha düşme zamanı geldi: Sumo gezegenimizin bilinen en eski sporlarından biri. Hiç değilse Uzakdoğu için.
GILGAMIŞ'TA BİLE GEÇİYOR
Japonlar'ın ilk yazılı belgesi olan ve 712 yılında kaleme alınan "Kojiki"de (Anlamı: Eski zamanların öyküleri), sumodan söz ediliyor. Efsaneye göre, M.Ö. 23'te iki tanrı, Takemikazuşi ile Takeminakata, Japon adalarına kimin sahip olacağını belirlemek için kozlarını "Dobyo"da paylaştılar. Dövüşü Takemikazuşi kazandı. Günümüzdeki Japon imparatorluk ailesi de onun soyundan geldi. Ne kadar ilginç; dünyanın bilinen ilk efsanesi Gılgamış'tan Orta Asya'daki Türk boylarının masallarına kadar o engin coğrafyadaki halk edebiyatlarında hep buna benzer hesaplaşmalarla karşılaşıyoruz. Hem de aşağı-yukarı aynı güç gösterisi stiliyle. Yani sumo Japon milli sporu olabilir ama çok yakın versiyonlarına Mezopotamya'dan Çin Seddi'ne kadar her yerde rastlanıyor.En azından öykülerinde, masallarında, efsanelerinde.) Uzatmayalım, Asaşoryu antrenörünün "Artık hazırsın" yeşil ışığı üstüne 1999 başında sumo dünyasına adımını attı. Turnuvaların "Juryo" denilen çaylaklar grubunda. Ya da sumo ikinci liginde. Ama o grupta sadece iki turnuva kendisini kanıtlamasına yetti de arttı bile; müthiş tekniği, o güne kadar bilinmeyen oyunları ve rakiplerini şimşek hızıyla devirmesiyle kısa sürede kendinden söz ettirmeye başladı, 2001 başında sumonun süper ligi diye anlatabileceğimiz "Makuuşi" grubuna çağrıldı. Geliş, o geliş. O yıl stilini daha da geliştirmeye çalıştı. 2002 turnuvaları yaşamının dönüm noktası oldu. (Yine ansiklopedik bilgi vermek zorundayız: Sumoda yıl boyunca 6 turnuva düzenleniyor. Hepsi de 15'er gün sürüyor. Sayalım: "Hatsu Başo": Yeni yıl turnuvası demek. Tokyo'da yapılıyor ve ocak ayının ikinci pazar günü başlıyor. "Haru Başo": İlkbahar turnuvası demek. Osaka'da düzenleniyor. Mart ayının ikinci pazar günü başlıyor. "Natsu Başo": Anlamı, yaz turnuvası. Tokyo'da yapılıyor. Mayıs ayının ikinci pazar günü başlıyor. "Nagoya Başo": Düzenlenen kentin, Nagoya'nın adıyla anılıyor. Temmuz ayının ikinci Pazar günü başlıyor. "Aki Başo": Anlamı sonbahar turnuvası. Tokyo'da yapılıyor. Eylül ayının ikinci pazar günü başlıyor. "Kyuşu Başo": Kyuşu, Japonya'nın dört büyük adasından birinin adı. Turnuva kasım ayının ikinci pazar günü başlıyor ve o adanın en büyük kenti Fukuoka'da yapılıyor.) Genç Asaşoryu kimsenin gözünün yaşına bakılmayan o kıran kıran turnuvalarda boy göstermesinin sadece ilk yılının sonunda, 29 Ocak 2003'te Japon Sumo Federasyonu tarafından "Yokozuna" ilan edildi. Yani, "Şampiyonlar Şampiyonu." Bu ünvanı almanın tek koşulu var: Altı turnuvanın üst üste ikisini kazanmak. Kolay iş değil; çünkü Japon sumo tarihinde şampiyonaların kayıtlarının tutulmaya başlandığı dönemden, yani 1600'lerin başından bu yana sadece 68 sumo-tori "Yokozuna" lığa yükselebildi. İlki 1600-1649 yılları arasında yaşayan Akaşi, ikincisi 1719'da bu unvanı kazanan Ayagava, sonuncusu da Asaşoryu. (Sumoda basamakları da kısaca anlatmanın zamanı geldi. Turnuvalarda ana kural, sumo-tori'nin galibiyet sayısının yenilgilerinden fazla olması. Yani 15 güreşin en az 8'ini kazanması. Bunu başaran yükseliyor, altında kalan daha alt basamaklara iniyor, hatta klasman dışı bile kalabiliyor. Dereceler şöyle: Maegaşira: Merdivenin en altı. 14 basamaklı. 1'den başlıyor, 14'e kadar yükseliyor. Sanyaku: Kendi içinde üç grubu var: Komusubi, Sekivake, Ozeki. Maegaşira'nın tüm basamaklarını çıkan sumotori, sırasıyla bu üç kademeden geçiyor. Yokozuna: En üst basamak. Bir ayrıntı: Maegaşira'dan Ozeki'ye kadar tüm ünvanlar, turnuvalardaki performans düşüklüğüne bağlı olarak geri alınabiliyor. Ancak bir sumo-tori bir kez Yokozuna'lığa çıkarsa, ömür boyu o unvanını ya da tahtını koruyor. Daha sonraki turnuvalarda ne derece alırsa alsın. Kısacası sumonun ölümsüzleri arasına katılıyor. İşte Asaşoryu da onlardan biri.) İlk kez bu spora ilgi duyulduğunda, göbekli-yağlı iki güreşçinin daracık alanda kapışması itici gelebilir. Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy'nin deyimiyle, "İki et yığınının el ense birbirlerine yapışmaları, sporun estetikliğiyle nasıl bağdaştırılabilir?" diye düşünülebilir. (Sarkozy sumo için bu sert benzetmeyi sırf Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'a gıcıklık olsun diye söyledi. Zira Chirac her sporcunun yedi kuşak atasını bile ezbere sayacak kadar sumo tutkunu. O kadar ki, geçen yıl Japonya resmi gezisini "Haru Başo" yani ilkbahar turnuvasına denk getirdi. Osaka'da mart ayının ikinci pazar günü başlayan şampiyonaya. Ve turnuvanın 14'üncü günündeki karşılaşmaların tümünü bazen heyecandan yerinde duramayarak izledi. Sonra da sumo-tori'lerle birlikte basına kapalı akşam yemeği yedi. Söylemeye gerek var mı; Asaşoryu, Chirac'ın o yemeğinin başkonuğuydu.) Evet, ilk bakışta iki et yığınının, şişkonun, hatta iki obezin kapışması olarak görülebilir sumo ama siz sadece 7-8 saniye süren o güreşi bir de ağır çekimde izleyin. İki kıtanın çarpışması gibi. O ne güç gösterisi, o ne kılcal damarları bile harekete geçiren dinamizm, o ne devler savaşı. Ve en önemlisi, o ne stratejiler hesaplaşması. Hele Asaşoryu'nun maçları. Japonlar'dan daha çekik gözlerini "Dobyo" da kısıp ufuk çizgisi inceliğine getirmesi. Yokmuş izlenimi veren gözlerden fışkıran güç, zeka ve her saniye değişen planların pırıltıları. Hırsı akılla dengeleyen bilgeliğin yansımaları... Ve güreşin başlamasıyla birlikte atmaca gibi rakibinin üstüne atılması, kaç kilo olursa olsun kucaklayıp bir bebek gibi "Dobyo"nun dışına bırakması veya bir matadorun boğayı çökertmesi misali bir el hareketiyle yeri öptürmesi. Öptürünceye kadar da o daracık alanda parende üstüne parende attırması. (Son not: Sumoda kazanmak için iki koşuldan birini yerine getirmek gerekiyor: Ya rakibinizi "Dobyo" dışına çıkartacaksınız ya da vücudunun ayak tabanları dışında bir organını yere değdirteceksiniz.)
15 MAÇIN 14'ÜNÜ KAZANDI
Hele bir de karşılaşma sonrası (turnuvalarda başarı oranı 15 maçta 14'ün altına çok seyrek düştü) ödülünü alırken çevresine bir bakış fırlatması yok mu; Asya steplerinden yola çıkıp Avrupa ortalarına dayanan Cengiz Han'ın mağrur yüzünün sanki gölgesi... Gururlanmakta da haklı: Japon sumo- tori'lerin kullandıkları teknik sayısı 3-5 ile sınırlıyken, o bir turnuvanın 15 güreşinin 15'inde ayrı oyun uyguluyor. Yokozuna olmak için 2 turnuva kazanmak gerektiğini söylemiştik; Asaşoryu'nun performansı ne biliyor musunuz? 15 turnuva kazandı. Sayabildiğimiz kadarıyla 10'unu üst üste. Elbette halen "Dobyo"ya çıkan çok parlak sumo-tori'ler var. Örneğin sempatik hareketleriyle ve karşılaşma öncesi konsantre olmak için tıpkı Caferiler gibi kendini dövmesiyle seyircilerin sevgilisi olan Takamisakari, sakin güç Kayo, ne yapacağı belli olmayan Çiyotaykay, hepsi de yıldız olan Kyukutenho, Kotomitsuki, Şimotori, Takononami, Dejima, İvakiyama, Hokutoriki, Vakanosato, Toşinanoda, Miyabiyama, geleceğin şampiyonu gözüyle bakılan bir başka Moğol güreşçi Hakuho, Gürcü dev Kokkai (Japonca'da Karadeniz anlamına geliyor), Rus sumocu Roho ve "Dobyo"nun yükselen yıldızı Bulgar güreşçi Kotooşu gibi. Ama Asaşoryu başka. İzleyin. Mutlaka izleyin. Pişman olmayacaksınız. Çünkü sumo sadece güreş değil. Belki de güreş dışında her şey. Hayatın ta kendisi...