Geçtiğimiz hafta sonu ikimiz de İstanbul dışındaydık. Ben yıllardır tatil ile eşanlamlı saydığım Çeşme'den, Sabah'tan arkadaşım Şerif Ercan Yunanistan'ın Mikonos Adası'ndan hafta başında gazeteye döndük. Ege'nin farklı iki kıyısında birkaç gün geçirmiş, her tatil yapan gibi temiz ve uygun fiyatlı ortamlar aramış, kazıklanmadan lezzetli yemekler yemeyi hedeflemiştik. İzlenimlerimizi paylaştığımızda birbirimize anlattığımız ayrıntılar çok değişikti. Şerif anlattıkça yüzümün asıldığını fark ediyordum. Örneğin Şerif'in uçak dahil şık bir otele ödediği para, bir Türk vatandaşının Bodrum'da yalnızca otele ödediği paradan daha azdı. Adanın en uzak noktasına klimalı Mercedes taksiler ile 15 YTL civarında bir para karşılığı ulaşılıyordu. Gece-gündüz tarife farkı da yoktu taksilerde. En şık lokallerde en pahalı votkalı moda kokteyllere 10 YTL verdiğini, ağzı kapalı orijinal şişeleri gözünün önünde açtıklarını, içi farklı, etiketi farklı içki diye bir şey bilmediklerini anlatıyordu Şerif. Şaraplardan pek memnun kalmamıştı. Gerçi fiyatları çok ucuzdu ama açık, maşrapa ile getirilen şarapların kalitesi onu tatmin etmemişti. Buna karşılık bizzat kendisinin kapağındaki mührü açtığı 20 santilitrelik orijinal şişelerden çok ucuza Uzo içmişti. Başta deniz ürünleri olmak üzere yemeklerini anlata anlata bitiremiyordu. Özellikle Yunanistan'ın tümünde son derece ucuz bir yemek olan kalamarın porsiyonlarını tek bir kişinin bitirmesi mümkün değildi. Pamuk gibi yumuşak, dev porsiyon kalamarların tabağına 10-12 YTL ödediğini anlatıyordu.
FIRSATÇILAR YARIŞ HALİNDE
Plajlara giriş ücreti alınmıyordu orada. Sadece şemsiye kiralamak isteyenlere 3-5 YTL karşılığı bir para ödemek gerekiyordu. Plajda yenen kocaman porsiyon Yunan usulü beyaz peynirli, bol zeytinli, mis gibi zeytinyağlı salataya da 7 YTL ödediğini söylediğinde ise benim yüzüm asıldıkça asılıyordu. Çünkü ben son 30 yıldır her yaz tatilimi Çeşme yarımadasında geçiririm. Bu yıla kadar Çeşme böylesine fırsatçıların birbirleriyle yarıştığı bir yer olmamıştı. Evet, Çeşme'de, özellikle de Alaçatı'da beklenen patlama gerçekleşti bu yıl. Ama daha önce Bodrum'da yaşanan tüm olumsuzluklar da bu güzel yarımada da bir anda patladı. Anladığım kadarıyla, öncelikle Çeşme'de dengeleri altüst eden, kısa sezonda yaptıkları yatırımı ve iki yıllık geçim parasını çıkarmak isteyen İstanbullu bazı girişimciler oldu. Nitekim Alaçatı'da bir tabak sıradan balık, çoğu otlardan oluşan birkaç meze ve son derece sıradan bir şişe şaraba kişi başına 125 YTL ödeyen dostlarıma, İstanbullu işletmecinin, "Bu paraları İstanbul'da veriyorsunuz. Burada niye itiraz ediyorsunuz?" diye çıkışması da, turistik yörelere gözünü hırs bürümüş işletmecilerin nasıl baktığını gösteriyor. Bu yıla kadar makul karlarla yetinen yerli işletmeciler de, yaptıkları yatırımı bir sezonda çıkarmak üzere fiyatlarını ilçeye gelen turist sayısıyla orantılı olarak katlayan meslektaşlarından aşağı kalmama çabası içindeler. Onlara ayak uydurmakta gecikmeyen hemen tüm balık lokantaları ve barlar, şu sıralar Boğaz'daki ünlü mekanlarla fiyat yönünden yarış eder durumdalar.
PLAJLAR BEACH OLDU
Gerek plajların salaş lokantaları, gerek barlar ve tabii ki tüm restoranlar ayak bastı parası anlamına gelen kuver ücreti ile sizi karşılıyor. O mekanda yemek yiyerek onurlandığınız düşünülmüş olmalı ki, sizden yemediğiniz şeyler için belirli bir ücret talep ediliyor. Siz de örneğin tahta masalar üzerinde üçüncü sınıf servis takımı ile yediğiniz yemek için bu çağdaş haraca itiraz edemiyorsunuz. Yıllardır kendi halindeki plajlar da evrim geçiriyor ve "beach" adını alıyor. Sadece değişen ad olsa mesele yok. Ama bir anda giriş için 15-25 YTL almaya başlayan bu plajlarda bir de imaj kaygısı var. Örneğin çoluk çocuk bu plajlardan birine gidip nispeten daha manzaralı bir bölümde oturmak isteyen bir dostuma plaj görevlileri, "Bu kısım rezerve!" demiş. Dostum şaşkınlık içinde, "Plaj bomboş; buranın tamamı mı rezerve?" diye sorunca adam kestirip atmış. "Bu kısım İstanbullu sosyetikler için ayrıldı. Bütün sezon burası rezerve!" Eğer zaman içinde değişmediyse, benim Bodrum'da bildiğim plajlarda gerçi yüklüce bir giriş parası alınırdı. Ama bunun karşılığı, hiç değilse içeride para ödemeden belli miktarda konsomasyon yapabilme olanağı tanınıyordu. Çeşme'nin yeni düzeninde giriş parasının ardından içeride sizi daha başka tuzaklar bekliyor. Örneğin bir "beach" içeride localar yaptırmış. Siz ailece böyle bir bölmede oturmak istediğinizde 40 YTL ödüyorsunuz. Ayrıca her şemsiye için de 10 YTL. Tabii kızgın güneşte tüketeceğiniz meşrubat paraları cabası. Ayrıca plajın önündeki tozlu tarlaya bıraktığınız aracınız için de en az 5 YTL ödemek zorundasınız. Şu sıralar Çeşme'de İstanbul'un en pahalı mekanlarıyla fiyat yönünden rekabet eden restoranlarda yemek yiyenler daha farklı yerler arayışına giriyor. "Biz artık ünlüyüz. Ne istersek yaparız", diye düşünenlerin işleriyse şimdilik azalmadan sürüyor. Rahmetli babamın bir sözü vardı: "Adam Galata Köprüsü üzerine tezgahını kurmuş, sirke yerine su satarmış. Bir alan bir daha almamış ama adam zengin olmuş" diye. Nitekim, Çeşme ve özellikle Alaçatı şu sıralar çok gözde. Bu olağanüstü belde yıllardır hak ettiği ilgiyi nihayet görüyor. Otel ve pansiyonlarda yer bulmak pek mümkün değil. Restoranlar, bar ve plajlar da dolup boşalıyor. Ama ister yerli, ister yabancı turistler bir kez yolunacak kaz yerine konduklarını hissettiklerinde, bu durum çok uzun süre böyle devam edemez. Eğer yurt dışına çıkış vergisi kaldırılıp vize almak da kolaylaştırılacak olursa, bugün güzelim Marmara Denizi'nden yararlanma olanağını bulamayıp Çeşme ve Bodrum'a akın eden İstanbullular başta olmak üzere, kazıklanmadan tatil yapmak isteyenler Şerif Ercan gibi Ege'nin karşı kıyılarına akın ederler; kimse onları tutamaz. Haksız da sayılmazlar...