Mehmet Ali Birand sıfırdan zirveye yükselmiş bir medya fenomeniydi... Birand'ın sanki zengin ve Beyaz Türk bir aileden yetiştiği gibi bir izlenim vardır... Oysa Can Dündar'ın yazdığı çok başarılı Birand biyografisini okuduğunuzda Birand'ın maddi zorluklar içinde bir ailede büyüdüğünü, ailesinin bir tarafının Kürt olduğunu, hayatı boyu büyük fiziksel acılar çektiğini öğreniyorsunuz... Mahmut Dikerdem'in himmetiyle zorla Galatasaray'a girebildiğini, oradan zar zor mezun olabildiğini ve sonrasında da sıfırdan yaşam kavgası vermiş bir adam olduğunu görüyorsunuz... Birand'ın son gününe kadar yitirmediği mesleki heyecanını, inanılmaz seviyedeki çalışkanlığını ve habercilik konusundaki büyük hırsını biraz da bu yaşam öyküsünde aramak gerekir... Birand komple bir medya adamıydı. Medya işini çok iyi biliyordu... Ve egemen medya içinde resmi ideolojiye karşı her zaman mesafeli durmuş az sayıdaki insanlardan biriydi...
Türk medyasında Birand'la çalışan,dost olan çok sayıda insan var, onların çok sayıda anıları var... Benim Birand'la hukukum sınırlı, en fazla görüştüğümüz yer ortak dostlarımız Barlas ve Paker ailesinin evlerinde verilen davetlerdir. O davetlerde karşılaştığım, konuştuğum Birand her zaman eğlenceli bir adamdı. Birand, Mehmet Barlas ve Can Paker'le komşuydu. Hele Can Ağabey'le aynı bahçeyi paylaşırlardı. Evleri aynı bahçeye açılırdı... Üçünün arasında müthiş kuvvetli bir dostluk vardı...
BİRAND VE BEN
Öte yandan -pek kişi bilmez- Türkiye'nin beni tanımasında ve özellikle bugün televizyonlarda bol bol yer almamda Birand'ın önemli bir payı vardır... Bundan tam dört sene önce 2009'un ocak ayında telefonum çaldı, 32. Gün programından arıyorlardı. Taraf gazetesinde dört aylık bir köşe yazarıydım, yaşım 27 idi... O güne kadar büyük bir TV kanalına hiç çıkmamıştım... Programın yapıldığı tarih 22 Ocak 2009'du. O gün Ergenekon'un bir dalgası daha patlamıştı, çok sayıda insan gözaltına alınmıştı... Programda bir ulusalcı profesör, bir ulusalcı gazeteci ve Ankara'dan katılan bir ulusalcı general vardı. Benim yanımda da etliye sütlüye pek karışmayan, o kritik dönemde eyyam siyaseti güden bir profesör vardı. Programı Birand'la ortak sunan arkadaşın da benden hiç hoşlanmadığı belliydi. O arkadaş sözde ulusalcılığa mesafeli bir solcuydu ama liberallerle ulusalcılar kıyaslandığında gönlü -itiraf etmese de- ulusalcılardan yanaydı çoğu Türk solcusu gibi... Benim yazdığım Taraf gazetesine nefretin doruk noktasında olduğu bir dönemdi, programın başlamasıyla üç ulusalcı isim birden sert bir dille tam gaz bana hücum etti... Birand programı açarken beni "Taraf gazetesinin gencecik yazarı Rasim Ozan Kütahyalı" diye tanıttı. Gelen ulusalcı üçlü de 27 yaşında bir çocukcağızı yer bitiririz diye hesap etmişlerdi sanırım... Üçe tek hatta dörde tek mücadele program boyu sürdü, hepsi birden belaltı belüstü saldırıyorlardı, ben de anladıkları dilden onlara girişiyordum. Bir süre sonra kimyaları bozuldu, programda hava döndü ve hepsi birden dağıldılar. Birand program boyu objektif durmuş ama arada beni alttan alta kollamıştı. Program çıkışında da kimsenin görmediği bir an yanıma geldi, kolumu tuttu ve kulağıma "Üçünü de bitirdin lan, afferin" demişti gülerek...
Ertesi gün telefonlarım durmadı, hiç tanımadığım yazarlar, akademisyenler ve siyasetçiler dahi tebrik için arıyordu. Düğünde dernekte bile kimseyi aramamasıyla bilinen Ahmet Altan da aramış "Aferin oğlum, harikaydın dün, aynen böyle devam" deyip beni tebrik ve teşvik etmişti... Bu programdan sonra televizyonlardan gelen davet telefonlarının ardı arkası kesilmedi... Ve bir süre sonra da televizyonlarda düzenli programlar yapmaya başladım. TV yorumculuğu/ televizyonculuk benim ekmek kapım oldu... Bu sürecin başlangıcı Birand'ın 32. Gün programı olmuştu... Köşe yazarlığı sürecimi nasıl 17 Mayıs 2008'de Taraf'ın yorum sayfasında yayınlanan ve 1.5 ay boyunca tartışılan "Denizlerin yolu bizi nereye götürür" yazısı başlattıysa, TV alanında da 22 Ocak 2009 öyle bir çıkış tarihi olmuştu...
Birand'ı en son Galatasaray'ın 2012 lig şampiyonu olduğundan hemen sonraki gün görmüştüm. Aydın Doğan'ın Çamlıca'daki evinde Doğan Medya'nın yöneticilerine ve üst düzey yazarlarına verdiği öğle yemeğinde... O gün Nagehan'ın yorumculuk yaptığı Dört Bir Taraf ekibi de 'eşli' olarak o yemeğe davetliydi ve bazı başkaları da nedense yoktu. Galatasaraylılar olarak o gün Fenerbahçelileri çok kızdırdık. En çok da Birand takıldı Fenerlilere. Onlar da "Fethullahçılar sizi şampiyon yaptı, amaçları Fenerbahçe'yi bitirmek" falan diyordu, dahası bunu inanarak söylüyorlardı... O gün açık büfeden yemek alırken Birand bir ara yanıma geldi ve mizahi bir dille o davetteki kombinasyonla ilgili zeka dolu yorumlar yaptı... Herkesin bilip, görüp söyleyemediğini kompleksizce gelip bana söyledi. Zaten Birand'ı Birand yapan bu komplekssiz, hesapsız özgüveniydi... Sonradan bir sohbetimizde Birand'ın bana söylediklerini medya grubumuzun CEO'su Serhat Albayrak'a anlatmıştım... Albayrak "Birand, hayatı boyu yeteneğinden ve başarısından güç aldı, ayak oyunlarından değil. O yüzden hiç kompleksi olmayan, düşündüğünü saklamayan bir adam" yorumunu yapmıştı... Birand'ın o günkü sözleri bende saklı...
Cemre hanıma ve Umur beye sabırlar diliyorum. Nur içinde yat Birand... Boşluğun asla doldurulamayacak...