Bizdeki durum ise tam bir inkar ve reddir. Divan edebiyatı yerden yere vurulmuştur, üstüne gülünen, küçümsenen, aşağılanan bir edebiyattır. Klasik saray müziği aynı kaderi yaşamıştır.
Kültür Bakanı Nabi Avcı Hoca'nın yönettiği bir panele katıldım. Güzel geçti. Ben, Artun Ünsal, Beşir Ayvazoğlu, Haluk Dursun hocalar ve Elif Dağdeviren konuştuk. İki önemli husus gözüme çarptı.
Birincisi, çağdaş/güncel sanat alanından hayli kopuğuz. Doğrudur, Türkiye'de önemli, güçlü bir yer tutuyor, ciddi sıçramalar gerçekleştiriyor, yeni kuşakların yetenek birikimini kendisine çekiyor, uluslararası planda gözle görünür bir yere sahip, fuarlar ve bienaller gerçekten evrensel düzeyde ama resmi makamlar veya resmi bilinç veya genel algı düzeyinde bu işe belki kapalı değiliz ama uzağız. Konuyu açıp anlattığınızda biraz tedirginlikle olsa da insanlar ve kurumlar merakla, ilgiyle konuya eğiliyor. İşin bu yanını daha fazla geliştirmek gerek.
İkincisi, gelen bir soru üstüne her zaman çok önemsediğim, son zamanlarda yeniden aklımda gezdirdiğim bir konuyu gündeme getirme imkanı buldum. Kısa oldu ama bence kültür hayatımızı en fazla etkileyen meseledir ve şudur: Dünyanın her yerinde okullarda, eğitim kurumlarında öğrencilere, gelecek kuşaklara 'yüksek kültür' öğretilir. Bir ulusun, evet, ümmet döneminde, sarayda yükselttiği ve biçimlendirdiği, en olgun haline getirdiği kültürdür bu. Modern kültür daima bu çekirdeğin daha sonra gelen sınıflar tarafından dönüştürülmesiyle ortaya çıkar. O da daha ziyade ulusal kültürdür. O kültürü öğrenmek ve içselleştirmek zordur. Emek, eğitim ve çaba ister.
Okul bu nedenle önemli bir kaynaktır. Hiçbir ülke saray dönemi, erken dönem kültürünü reddetmez. Tersine ona deliler gibi sahip çıkar. Siz İtalya'da Petrarca'yı, Dante'yi reddeden insan düşünebilir misiniz? İngilizler olacak da Chaucher'ı, Shakespeare'i, Milton'u yok sayacak? Kendilerine âşık Fransızların o Cornelle'lerine, Racin'lerine hiç girmeyelim.
GÜZELLİKLERLE DOLU BİR SAYFA
Bizdeki durum ise tam bir inkar ve reddir. Divan edebiyatı yerden yere vurulmuştur, üstüne gülünen, küçümsenen, aşağılanan bir edebiyattır. Klasik saray müziği aynı kaderi yaşamıştır. Sinan şöyle bir geçilir. Oysa Attila İlhan zamanında ne güzel belirtmişti, Sinan'ın, Baki'nin ve Itri'nin bir bütün olduğunu ve ortak bir kültürün yapı taşları niteliğini taşıdığını.
Cumhuriyet döneminde haydi diyelim devrimci bir atılımın ateşiyle bu kabahati işledik, Fransızlar da aynı hataya düştüler kendi devrimleri sırasında, peki, ama daha sonra bunu düzeltemez miydik?
Hayır, yapmadık, bu defa kapımızı çalan 'yanlış sol' hatta ilerledik ve folklorik, antropolojik bir halk kültürünü, 1930'ların havasına dönerek Köy Enstitülü öğretmen yazarlar eliyle bir kere daha yüceltmeye çalıştık. Devrimci sanat diye halk kültürüne gidip sırtını dayayan bir köy edebiyatı yaptık. Dünyanın her yerinde ulus devleti inşa döneminde bu yoldan yürünür. 1940'larda başlayan halk güzellemelerini o bakımdan gene anlıyorum ama 1970'lerde de bugün de hâlâ kendi klasiklerimize kapalı kalmayı aklım almıyor.
Bugün sokaklarda Nurullah Ataç'ın deyişiyle Baki Efendi'yi okuyarak gezemeyiz ama merak etmeyin, İngilizler de Shakespeare'i satır satır okumuyor, herkes aklında yeri geldiğinde 'düşüreceği' bir dizi mısra barındırıyor. Bugün 'yüksek kültür' ile uğraşanlarımız içine düştüğümüz ve bendenizin daha 1980'lerde üstüne eğildiği, yazıp çizdiği kiç konusundan yakındıkça yakınıyor. Fakat bu işteki 'kültürsüzlük' sorumluluğunu hiç kabul etmiyor. Bir şey daha söyleyeyim, eğer kendi klasik kültürünüzü bilmiyorsanız, Batının klasik/ yüksek kültürünü öldür Allah ne öğrenirsiniz ne edinirsiniz, sadece yamalarsınız kendinize. Nasıl kendi dilinizin düzeyi bildiğiniz yabancı dilin de düzeyi ise, bu iş de öyledir.
Halk şiiri görkemlidir. Ama dikkat edin Cemal Süreya'nın ara ara bulup çıkardığı türden çarpıcı deyişler dışında beğendiklerimizin, benimsediklerimizin tamamı gene bize Divan Edebiyatı havası, hazzı estirenlerdir. Karacaoğlan'ın 'yağıyor dağlara kar benim için' mısraı işte böyledir. Yoksa, Nazım Hikmet'in daha zamanında 'sana/üç telinde üç sıska bülbül öten/üç telli saz/yaramaz' diye boşuna söylemiyordu.
15 muhafazakar bir iktidar var iş başında. Bu işlerde hiç yol almadık neredeyse. Ayrıca bu işler etki-tepki ile değil, akılmuhakeme ile olur. Yeni bir bilinçle eğilmek gerekir bu işlere. Bu da daima 'zevk eğitimi' dediğim şeydir. Bir defasında da o konuyu yazayım.
Her zaman yeni bir sayfa açmak mümkündür. Hele o sayfa insanı çıldırtan güzelliklerle doluysa.