Nobel Edebiyat Ödülü açıklandı. Patrick Modiano'ya bu ödülün verilmesi anlı şanlı bir jüriyle alay etmek istemediğim için gülünçtür demeyeceğim. Ama üzücüdür. Kundera gibi Avrupa romanının yaşayan bir devi ayaktayken başka kimselere layık görmem bu ödülü.
Amerikalı romancı Philip Roth alabilirdi. Guardian'da 'ebedi mağlup' diye hakkında bir yazı çıktı. Herkes Roth'un 'alamaması' üstünden konuşuyor ödülü diyordu yazar.
Doğrudur. Kazananlardan çok kaybedenlerin zikredildiği bir ödüle dönüştü Nobel.
Bu manasız durumun çok önemli birkaç nedeni var.
Birincisi, bu ödül, varoluşsal, metafizik bir anlayışa sahip yazarlara verilir. Batılı Hıristiyan düşüncesinin içinde şekillenmiş yazarlar, Tanrı'yı sorgulayan ama onun gerçekliğini reddetmeyen, insanın ebedi varoluş trajiğini öne çıkaran yazarlar uzun müddet ödülde başarılı oldu. Yakın zamanda ödül alan ve Kundera'dan sonra yaşayan en önemli romancı olarak gördüğüm Michael Coetzee mesela tam da böyle bir yazardır.
İkincisi, Nobel ödülü kesinkes politik bir ödüldür.
Kimbilir ne kumpaslar kurulup, ne ince hesaplar yapıldı Modiano için. Politik derken bunu kastediyorum. İkincisi, Soğuk Savaş döneminde ince bir ayarla ve hassasiyetle seçilirdi ödülün verileceği kişi.
Öyle soldan gelen, Marxist görüş yanlısı kimse ödülü alamazdı.
Tam tersine, egemen sol anlayışa taraf olan herkes ödülden dışlandı. Yaşar Kemal'in bu bakımdan hiçbir şansı yoktu.
ÖDÜLÜN POLİTİK YÖNÜ
Bu siyaset anlayışına bir çentik daha atayım. Ödülün asla elinden bırakmadığı 'ince ayar' yaklaşımı, Avrupa siyaseti bakımından önemlidir.
Ülkelerdeki hakim siyaseti sarsmak, hırpalamak isteyen gruplara daima bir destek içerir ödül. Fakat bunu o kadar ağırbaşlı bir biçimde ve o kadar ince bir ayarla yapar ki, kimse farkına varmaz. Ayrıca kendisini her türlü eleştirinin dışında tutan, 'marka değeri' yüksek mi yüksek bir kurum olduğu için Nobel, attığı adımın ardından gelen tartışmaya hiç katılmaz. Amiyane benzetmeyle söylersem, pimini çekip bombayı ortaya bırakır, sırtını dönüp gider.
Başka bir siyaset boyutu daha var ödülün. Nobel, Avrupa düşüncesini temellendirmeye çalışan bir kurumdur.
Başka ülkelerden yazarlar elbette almışlardır bu ödülü.
Örneğin Amerikalılar. Ama onların da en 'Avrupalı' isimleri ulaşmıştır ödüle. Hemingway gibi ömrünü Avrupa'da geçirmiş ve Amerika'dan çok Avrupa'yı büyük trajedileriyle yaşamış ve yazmış bir yazar örneğin. Ya da Faulkner gibi, o bahsettiğim evrensel varoluş tragedyasını en uç noktada, tam bir Avrupalı yazar gibi aksettiren bir yazar ödüle değer bulunmuştur.
T.S. Eliot almıştır ödülü ama kendisi bile Amerikan vatandaşlığını reddedip İngiliz tabiyetine geçmiştir. Milosz ve Brodsky için ne söyleyebilirim ki? Birisi Polonya asıllıdır ve 1980'de malum koşullarda ödülü almıştır. Diğeri Rus asıllıdır ve gene 1987'de daha da malum koşulların içinde sivrilmiştir. Dereck Walcott ve Toni Morrison ise siyah Amerika'nın sesleridir. Isaac Bashevis Singer Yahudiliğine göndermeyle seçilmiştir. Saul Bellow'un da bu özelliği yabana atılmayacaktır. Çok güçlü bir anlatıcı olduğu su götürmez Bellow da hem Yahudi kökenli hem muhafazakardır.
NEDEN FRANSA?
Bu, Avrupa meselesi gitgide daha fazla önem kazanıyor anlaşılan. Bu yıl edebiyat ve ekonomi ödülleri Fransızlara gitti. Hiç tesadüf değil. Bakın etrafa. Dünyanın en önemli dergileri, gazeteleri Fransız kültürü için 'ölen bir kültür' değerlendirmesinde bulunuyor. Time dergisi bu konuyu kapak yaptı. Gerçekten de, 20. yüzyıla damgasını vurmuş Fransız sineması bugün yok. Fransız şansonları bir dönemde dünyayı tutmuştu.
Ne hatırlayan var artık ne söyleyen. Fransız düşüncesi büyük felsefecilerin art arda ölmesinden sonra hâlâ çok önemli isimleri olmasına rağmen eski şaşaasına sahip değil. Fransız edebiyatı, Pascal Quignard gibi bir isme sahip olsa da, Post Entelektüel Dönem ve Edebiyat kitabımda uzun uzun anlattığım gibi artık başka bir telden çalıyor.
Bu şartlar altında, kesinlikle muhafazakar bir yaklaşım içinde olan Nobel, Avrupa kültürü hattını Fransa üstünden muhafaza etmeye çalışıyor. Yoksa başta dediğim gibi Modiano'ya Nobel verilmesine çocuklar bile güler. Hele hele Quignard gibi yazarlar dururken.
Yoksa, bellekse söz konusu olan, şimdi ödül gerekçesinde vurgulandığı gibi, W.G.
Seabald'a neden vermediler ödülü, 2001 yılındaki ölümünden önce? Daha kimleri, kimleri sayabiliriz ve onların hepsi sadece belirttiğimiz nedeni doğrulamaya yarar. Aynı şekilde ekonomi ödülünü kazanacak nice isim varken 'büyük şirketlerin ehlilleştirilmesi' gibi bir konu çalışan Jean Tirole'in bu ödülü alması belirttiğim yaklaşımların açık işareti ve ifadesidir.
Okudum Türkçede yayınlanmış kitaplarını Modiano'nun, daha yayınlandıkları dönemde. Roman değil yazdıkları, anlatı (recit/ narrative). Bir zevki var elbette.
Ama Nobel ödülünü alabilecek bir yazar olduğunu düşünmek ancak zorlu bir muhayyilenin işidir. Başka bir Fransız, Nobel'i alan, 2008 yılında, Clezio da belki soylu bir yazar ama bu ödülün hayli uzağında. Ve böyle bakınca son yıllarda ödülün şirazesinin epey kaçtığı başka bir hakikat. Herta Müller, Tomas Tranströmer, Mo Yan, hatta sevsem bile Alice Munro öyle aman aman yazarlar değillerdir.
Ama diyeceksiniz ki, bu ödülün tarihinde bugün adı hiçbir yerde duyulmayan ne yazarlar vardır, söyleyecek şey bulamam. Son olarak şunu belirteyim: bu ödül, 20. yüzyılın başında ihdas edilmiş.
Dolayısıyla geleneği ve kökenleri itibariyle 19. yüzyıl anlayışını yansıtıyor. Kendisini zaman içinde elbette dönüştürdü, yeniledi. Bununla birlikte zamanın ödülün dağıtıldığı sahalardaki yenilenmeyi bünyesine taşıyamadı.
Bir 20. yüzyıl kurumu olarak, 20. yüzyıl bilincinin içinden bakıyor dünyaya. Oysa bugün edebiyat bambaşka bir yere geldi. Ve o tavrın Nobel tarafından kavrandığını söylemek dahi olanaksız.