Şu sıralar okulda yeni kayıtlarla uğraşıyoruz. İlk kez gelenlerde endişeyle karışık bir sevinç olduğunu görüyorum.
Koridorlarda karşılaştıklarıma neden bu okulu (Kadir Has Üniversitesi) tercih ettiklerini soruyorum. Başka birçok nedenin yanı sıra 'İngilizce eğitim' diyenlerin ağırlığı dikkatimi çekiyor. İlginç. Çünkü yıl içindeki performanslara baktığımızda İngilizce o kadar da yüz güldüren bir şey değil.
30 yıldır İngilizce eğitim veren okullarda hocalık yapıyorum. Bu konudaki tecrübem yabana atılmaz. Üstelik daha önce çalıştığım ve tasarımcıları arasında bulunduğum Sabancı Üniversitesi'nin bizde Hazırlık Okulu diye bilinen ama açıklayacağım nedenlerden orada ilk başta Temel Geliştirme Programı adını verdiğimiz okulunun da kurucusu ve koordinatörüydüm.
Yani İngilizce meselesiyle sadece bir 'ders ortamı' ve nötr bir dil konusu olarak değil, öğretilmesiyle de çok yakından meşgul oldum.
Bu çok kapsamlı sorunun önce bir başka yanına değineyim. Uzun yıllar 'eğitim dili Türkçe mi, İngilizce mi olsun?' diye çok tartıştım. Hem dışarıda hem kendi içimde. İtiraf edeyim ki, temelli yurtdışında yaşamayışımın önemli nedenlerinden biri Türkçeden kopma korkusuydu.
Anadilimi o kadar severim. Edebiyatı ve tüm macerasıyla birlikte. Eğitim dili olarak kullanılmasını da o kadar isterim.
GENÇ KUŞAKLAR İNGİLİZCE VE MATEMATİK ÖĞRENMELİ
Fakat uzun yılların sonunda bunun çok anlamlı olmadığına karar verdim. Eğer bir üniversite 'araştırma üniversitesi' olacaksa, İngilizce eğitim bence kaçınılmazdır. Üzülerek de olsa bunu söylemeye mecburum. Nedeni çok basit: dünyanın lingua franca'sı yani ortak yabancı dili İngilizcedir.
Her gün o dilde sayısız, sınırsız akademik makale, bilimsel düşünce ve bilgi üretiliyor.
Bir dönem çeviriyle idare ederiz sandık ama bunun imkansızlığı artık ortaya çıkmıştır. Japonya örneğinin falan anlamı yok. Gerekirse nedenini açıklarım.
Benim de içinde bulunduğum bir Harvard grubu, 'Dünyada kültürün geleceği ne olacak?' sorusuna yanıt aradı. Buradaki kültür Flaubert veya Mikelanj anlamında değildir.
Toplumsal yaşama kodlarının uluslararası düzeyde ne anlam ifade ettiği ve edeceği sorunudur. Yani bir gelişme ve toplumsal dönüşüm unsuru olarak en geniş anlamıyla kültürü ele alıyorduk. Sonuç olarak önerilen 15 maddenin üçü çok önemliydi: genç kuşaklar İngilizce, matematik öğrenmeli, mümkün olduğunca bilgisayara adapte olmalıdır.
Toplumsal ilerlemenin parametreleri bunlar artık.
Türkiye bu bakımdan nerede? Eğer bu ülkenin eğitiminde iki çok önemli problemden söz edersek bunlar matematik ve İngilizce eğitimidir ve bu bir felakettir. Çünkü, Türkiye'de herkes kendisini İngilizce biliyor sanmaktadır. Meclis albümlerinin 'az İngilizce', 'orta düzeyde İngilizce' tanımları anlamlıdır. Yeryüzünce 'Tarzanca' diye bir benzetmenin yapıldığı başka bir ülke var mıdır, bilmiyorum, ama biz bunu İngilizce bilgisi için kullanıyorsak ortada bir sorun var demektir.
Üstelik bu sorun sadece devlet liselerine ait değildir. Kolejleri bitirenlerin de İngilizce seviyesi son derecede sınırlıdır. Hazırlık okumak problemi aşmaya yetmiyor. Bir yılda İngilizce öğrenilmiyor.
BÜYÜK BİR FACİA
Söylediklerimin çok somut bir kanıtı var.
Education First kurumu, ulusların İngilizce yeterliliğini ölçüyor. Büyük bir facia: Türkiye 44 ülke içinde 43. sırada. İngilizce bilmiyor Türkiye.
Nokta!
Niye böyle? Birincisi, okullarda İngilizce derslerinin toplam süresi. Bunun vakit geçirmeden çok radikal biçimde artırılması gerek. Zor değildir, bir temel karar ve öncelik tercihidir. Ama bunun yeterli olacağını sanmıyorum. Bana göre çok daha ciddi bir kısıtlama var işin içinde: Anadil bilinçsizliği, ana dil yetersizliği ve dil yetisini geliştirmenin temel araçlarından (okuma, yazma) yoksunluk.
Gene çok bize ait bir söz edeyim: Yeryüzünde anadilini bu kadar bilmeyen bir okullu kitleye sahip başka bir ülke tanımıyorum. Hemen ekleyeyim: Ana dilini 'konuşmak', o dili bilmek anlamına gelmez. İnsan anadilini 30-40 sözcükle de konuşur ki, öyle. Onu akademik düzeyde geliştirmek bir iştir. Amerikan üniversitelerinde öğrenciler mezun olana kadar anadilleri olan İngilizceyi, akademik İngilizceye dönüştürmek için, yani güçlü, kapsamlı metinleri okumak, anlamak ve onlara dönük düşünceleri içeren yazıları yazabilmek için, bu melekelerini geliştirmek için ders üstüne ders alır. Güçlü, etkili bir biçimde yazamayana üniversitede yer yoktur.
Bu böyledir.
BAŞLANGIÇ NOKTASI ANADİLDİR
Bizde ise kabul edelim ki, üniversite gençliğinin çok önemli bir bölümü okuma-yazma bilmez. Basit bir okuma bilgisi yetmez. Ana iddiam şudur: Bırakalım doğa bilimlerini toplumsal bilimlerde eğitim görmüş kişilere bile verin 400-500 sayfalık bir romanı, bir haftada okuyamazlar. 20-25 sayfa bir metin yazamazlar.
Peki, bu insanlar hangi İngilizceyi öğrenecek, anlayacak, kullanacak?
Okuma bilmek okumak, yazma bilmek yazmak anlamına gelmez. Anadolu'nun güzel tabiriyle, o, harfleri çatmaktır. Başlangıç noktası anadildir, dil bilinci ve yetisidir. Sabancı Üniversitesi'nde Temel Geliştirme Programı bu anlayışla kurulmuştu ve her hafta bir roman okumakla geçen ilk dönemin sonunda, 'okumayı söktüler' demiştim. 'Temel geliştirme' adının verilmesindeki mana ve maksat buydu. Düğüm ve çözüm noktası, anahtar ve kilit budur, buradadır.
İngilizce eğitim görmek isteyenlere, çocukları İngilizce öğrensin diye çırpınan, etek etek para harcayan ailelere hararetle duyururum.