Yapı Kredi Yayınları, bir süredir, Fransa'da Gallimard Yayınevi'nin yaptığı gibi, onlarınkiyle aynı biçimde, aynı kâğıttan, aynı ciltten olmak üzere, bazı yazar ve şairlerimizin yapıtlarını bir arada, tek bir cilt olarak yayımlıyor. Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali var bu dizide. Dağlarca başladı. Ben de ne zamandır, ah diyordum, Sait Faik de böyle yayımlansa. Her yurtdışı seyahate çıkarken Sait Faik'in bir kitabını yanımda götürdüğüm ve her defasında hangisini alsam diye kıvrandığımdan, "eğer," demiştim, "yapıtları toplu olarak tek ciltte basılırsa onu her yolculukta yanımda götüreceğim, söz." Geçenlerde nihayet ama hiç beklemediğim biçimde bu kitap rafta karşıma çıkınca her şey bana bir tansık gibi göründü. O gün bugündür başucumda. Siz bu satırları okuduğunuzda ben ABD'de olacağım, kitap da yanımda. Böylece onunla ilk kez karşılaştığım günleri, zamanları da yadedeceğim. Ankara Koleji'nin muazzam kütüphanesinde Varlık Yayınları'ndan çıkmış küçük cep kitabı olarak basılmış Alemdağ'da Var Bir Yılan/Az Şekerli ikilisini ilk kez, üstelik bir muhteşem bahar günü nasıl okuduğumu, ondan sonra nasıl tutkuyla bütün öykülerini içime sindirdiğimi, o gün bugündür ondan nasıl kopamadığımı anımsayacağım. Tam Sait Faik'le uğraşırken bu defa bir başka büyük öykücümüzün, Füruzan'ın aynı şekilde bütün öykülerinin ve iki romanının tek ciltteki toplu basımı çıktı ortaya. Aynı yayınevinden. İnsan nasıl sevinmez? Düşünün, henüz ortaokuldayım. Ankara'da Sanat Sevenler Derneği'ne bir hocamın aracılığıyla gidip geliyorum. Bir Salı akşamı orada 'Füruzan okuması' yapılıyor, yani Parasız Yatılı kitabı henüz yayımlanmış bu öykücümüzün öykülerini Devlet Tiyatrosu sanatçıları okuyor. Sonra da üstünde konuşuluyor. 1970'lerin Ankara'sı; benim için her yer edebiyat ama dinlediğim an öyküyü, çarpılıyorum. Ertesi gün kitabı boydan boya okuduğum yetmiyor; bitirdikten sonra aynı hızla ilk sayfaya dönüp tekrar okuyorum. Bilgi Yayınevi'nin o çok güzel kitapları şimdi de kütüphanemde. 1970'ler öykünün ve edebiyatın son altın çağıydı. Füruzan o çağın burçlarından birisiydi. O öyküler bir daha yazılamaz... Kısa bir süre önce bir başka öykü ustasının, Tarık Dursun K.'nın ilk cildi evvelce yayınlanmış toplu öykülerinin ikinci cildi geldi. Toplu öykülerin ilk cildi Karanfilli Hikâye adını taşıyordu. İkinci cilde K., Gönlümün Bir Parçası adını vermiş. Zaten Tarık Dursun öykü isimleri bulmakta ustadır. Yıllarca önce onun İmbatla Dol Kalbim isimli öyküsünü/kitabını okuduğumda çok etkilenmiş, bir de yazı yazmıştım. Bir sinema filminin teker teker düşen sahneleri gibi gelişiyordu öykü ve muhteşem bir yaz akşamını anlatıyordu. Ama onunla da tanışıklığım gene o 60'lı yılların sonu 70'lerin başında okuduğum ilk kitabı Hasangiller'le başlamıştı. Tarık Dursun sinematografik yazıcılığıyla (ki, sinema onun hayatında her zaman önemli bir yer tutmuştur) öykücülüğünü asla terk etmedi. Okurlar bir yazarın çok uzun bir zamana yayılmış kapsamlı, ayrıntılı, çok canlı, çok etkileyici öykü macerasını enine boyuna izleyip yaşayabilecek.
ÖYKÜ, HER ZAMAN
Bırakalım toplumu, öykü dünyamız bile acaba bu ustalara ne kadar önem veriyor? Bir klasik olarak Sait Faik'i okullardan başlayarak herkes tanıyor. Füruzan'ın adı biliniyor. Tarık Dursun hatırlanıyor. Ama kimler bu yazarların öykülerini kana kana okuyor? Bu ciddi bir sorudur. Çünkü bizim bilincimiz, bilinç dışımız bu öykülerde ve öykücülerde yerleşiktir. Sait Faik'in çalakalem yazdığı, savruk, yanlışlarla dolu ama bütün güzelliği oradan yayılan dili. Tarık Dursun'un kılı kırk yararak anlattığı anlar, insan tepkileri, duyarlılıkları. Füruzan'ın derin bir kavrayışla ele aldığı, her birisi uzun bir roman gibi açılıp, dalga dalga gelişip kapanan öyküleri ve insan coğrafyası... Bütün bunlar bizim gerçekliğimizdir. Onlar ve daha niceleri; mesela geçenlerde dostum Komet'le konuşurken ikimizin de adını heyecanlanarak andığı Memduh Şevket Esendal'ı başka bir gözle okumamız galiba zorunlu bir koşul. Veya Selim İleri. Çok daha yenilere ise hiç değinmiyorum... Bu edebiyatın bir başka niteliği daha var: insan. Her üç öykücü de insan denilen o cehennemi varlığın iki yüzünü de bize yansıttı. Sait Faik sadece 'bir insanı sevmekle başlar her şey' demekle kalmadı, 'bir insanı sevmekle bitiyor' da dedi. Başlayanla biten arasında nelerin olduğunu bu üç yazarı okuyanlar bulacak ve bilecek!