Casusluğun, dünyanın en eski iki mesleğinden biri olduğu yönünde bir şehir efsanesi vardır. (Nedense diğerinin de 'fahişelik' olduğu söylenir.)
Avcılık, çiftçilik, madencilik ve marangozluk gibi kadim meslekleri dünyanın gerçekteki en eski meslekleri kabul etsek bile casusluk, tarihin ilk dönemlerinden beri en çok merak edilen mesleklerden biri, hatta birincisi olmuştur.
İlk savaş kayıtlarına göre, Milattan Önce 1450'lerde Mısır Kralı III. Tutmosis'in, kuşatma altındaki Yafa kentine ajanlarını gizlice göndermesi casusluk tarihinin başlangıcı kabul edilir. O dönemden bu yana tarihte pek çok millet/devlet istihbarat alanında bir kısmı yazılı kaynaklara bile yansımayan önemli işler yapmıştır.
KADİM ÇAĞDA İSTİHBARAT, YAHUDİLERİN İŞİYDİ
İstihbaratla ilgili en çok bahsin geçtiği semavi din kitabı Tevrat'tır. 'İbrani İncili'ne göre 'Rab, Musa öldükten sonra, onun yardımcısı Nun oğlu Yeşu'ya görev verdi'. Yeşu da İsrail'e gizlice iki casus gönderdi. Onlara, "Gidip ülkeyi, özellikle de Eriha'yı (Batı Şeria'daki bir yerleşim yeri) araştırın" dedi. Böylece yola çıkan casuslar, Rahav adında bir fahişenin evine gidip geceyi orada geçirdiler.
Yahudiler, daha sonra taşınabilir mabetlerini toparlayıp, İsrail topraklarının sınırlarına geldiler. Bu noktada, topraklara hemen girmeleri gerekiyordu fakat içlerinden biri şöyle dedi:
"Bir dakika bekleyin. Bu toprakları araştıralım."
Böylece Yahudiler, aralarından 12 araştırmacı ya da 'casus' seçerler, her 12 kabileden 1 kişi. Ve bunlar, toprakları incelemek üzere görevlendirilirler.
Rahav iki casusa şöyle der:
"Rab'ın bu toprakları size verdiğini biliyorum. Bu yüzden, buradaki tüm insanlar sizden korkuyor. Rab'ın, sizin için Kızıldeniz'in sularını kuruttuğunu duydular. Size yapmış olduğum iyilik karşısında, babama, anneme, erkek ve kız kardeşime ve ailelerine bir zarar gelmeyeceğine dair söz vermenizi istiyorum.
Casuslar; 'Rab; bize bu toprağı verdiğinde sana iyi davranacağız' dediler."
Tevrat'ta geçen bu kıssaya göre tarihin ilk 'double' (çift taraflı) casus anlaşmalarından biri Yahudiler ile Rahav adı verilen kadın arasında yapılmıştır. Bu bağlamda Yahudiler'in istihbaratla ilişkisi kadimdir. Hatta öyle ki Yahudiler; en zayıf oldukları zamanda; İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve en zayıf oldukları yerde, Almanya'da bile gizlice istihbarat faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
İstihbarat faaliyetleri, antik çağlardan sonra Ortaçağ'ın ardından Rönesans döneminde zenginleşmeye, bugünkü modern formlarını almaya başladı. Misal Rönesans döneminde (Bunu 2000 yılında Yeni Şafak'ta Casuslar adlı yazı dizimde ayrıntılarıyla yazmıştım.) Avrupa'da diplomasi ve istihbarat iç içe geçmişti.
Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de kadim zamanlardan günümüze ulaşan birkaç
istihbarat teori ve pratiği üzerinden beş milletin istihbarat sırrını, daha doğrusu konseptini 'hap bilgilerle' özetlemeye çalışacağım. Öyle ya, rakiplerimizi tanımamız lazım!
Yazıda sınıflandırma yaparken Antik Yunan alfabesinin ilk beş harfini kullanacağım. Bu vesileyle pandemi sürecinde adlarını ezberlediğimiz varyantların isimlerine de güle güle demiş oluruz. Madem eski Yunan alfabesi dedik; adı EYP olan şimdiki istihbarat servisi, üçüncü dünya ülkelerinin gizli servislerinin dahi gerisinde olan Yunanistan'la başlayalım öyleyse:
ALFA: ARİSTOTELES'İN TOTALİTER İSTİHBARAT FELSEFESİ
Düşünce tarihinin felsefeyi sistematikleştiren ilk düşünürü Aristoteles'in istihbarata bakışı, bugün Yunanistan'ın içe dönük, tek düşmana/rakibe odaklanmış istihbarat anlayışının arketipi niteliğinde. Aristo, siyaset felsefesiyle ilgili klasik eseri Politika'da potansiyel muhalifleri gözetlemeyi tavsiye eder.
Aristo'nun; istihbarat bahsinin geçtiği tek yerde içe dönük, baskıcı, totaliter bir istihbarat anlayışını tavsiye etmesi, Yunanistan'ın iki bin küsur yıldır başka pek çok alanda olduğu gibi istihbaratta da neden geri kaldığını izah ediyor. Çünkü istihbaratı; misal Esad Suriyesi gibi içe dönük, baskıcı olan rejimlerin dışarıda güçlü olma ihtimali yok denecek kadar azdır. Yunan istihbaratı şu an öyle demiyorum ama kökünde bu konsept var.
BETA: MOSSAD'IN ÖZDEYİŞİ BİLE TEVRAT'TAN
Gelelim İsrail'e… Yazının başında belirttiğim gibi Yahudiler, İsrailoğulları ve dolayısıyla şimdiki İsrail; istihbarat konusunda başarılı bir millet ve ülke dersek yanlış konuşmuş olmayız.
Hem İsrail'in iç istihbarat servisi Şin Bet'in, hem de dış istihbarat servisi Mossad'ın kurumsal özdeyişlerinin Tevrat'tan olması boşuna değildir. Şin Bet'inki Mezmurlar 121'dendir:
"İsrail'in koruyucusu ne uyur, ne uyuklar."
Mossad'ınki ise Süleyman Özdeyişleri 11:14'ten:
"Yol göstereni olmayan ulus düşer, danışmanı bol olan güvendedir."
GAMA: CASUSLUĞUN İLK ANAYASASI: SAVAŞ SANATI
Sırada Çin var. İbraniler istihbaratta iyidir, kutsal kitaplarında istihbarat üzerine epey bahis vardır ama -teşbihte hata olmaz- istihbaratın ilk 'kutsal kitabını' ya da anayasasını yazan Çinlilerdir. Sun Tzu'nun o kadim klasiği Savaş Sanatı'ndan söz ediyorum. Sun Tzu'nun kitabının pek çok kısmında casusluk bahsi geçer ama 13 bölümden oluşan kitabın, özellikle 13., yani sonuncu bölümü tamamen istihbarata ayrılmıştır.
Bugün bile Sun Tzu'nun yazdığı metin, onu dünyanın önde gelen strateji düşünürleri arasına dâhil eden bir öneme ve kavrayışa sahiptir. Sun Tzu'yu Batılı strateji yazarlarından ayıran özelliği, onun salt askeri meselelere değil, hatta daha ziyade psikolojik ve siyasi unsurlara dikkat çekmesidir.
1943 ile 1969 yılları arasında Çin Devlet Başkanlığı yapan Mao Zedung, İngiliz istihbarat tarihçisi Christopher Andrew'a göre dış siyasetini Lenin'den çok Sun Tzu'ya borçluydu. Öyle ki Mao, birbirine zıt görünen stratejileri aynı anda takip edecek kadar Sun Tzu'ya bağlıydı. 1961'e kadar CIA Başkanlığı yapan Allen Dulles da, teşkilatlı bir istihbarat servisi konusunda ilk yazılı tavsiyeleri için Sun Tzu'nun hakkını teslim eder.
DELTA: HİNTLİLER İSTİHBARATIN 'KAMA SUTRASI'NI DA YAZMIŞ
'Savaş Sanatı', Milattan Önce 6. Yüzyıl'da yazılmıştı. Hintliler, bundan iki yüzyıl sonra, M. Ö. 4. Yüzyıl'da bir profesyonel istihbarat servisini kurulmasını tavsiye eden ilk kitabı yazdılar. Kitabın adı Arthashastra idi. Bu kitap; devlet idaresi ve askeri stratejiyi konu alan bir eserdi. Kitapta ülke içinde ve dışında faaliyet gösterecek devasa bir casus şebekesinin angaje edilmesi ve yirmi dokuz ana maske mesleğin casuslukta kullanılması detaylı biçimde anlatılıyordu. Hintliler, pratik yaşam ile sınırlı kalması gereken mahrem şeyleri yazmayı sevdikleri için (Ortada bir Kama Sutra örneği var!) istihbaratın sırlarını da teorileştirip yazmışlar.
Allen Dulles ve diğer Amerikalı istihbaratçılar, Savaş Sanatı'nı iyi bilseler de Arthashastra'ya pek vakıf değillerdi. 1960'ta Fidel Castro'ya suikast planlarken Arthashastra'nın suikastçının seçiminde dikkatle izlenecek yol konusundaki tavsiyeleri dikkate alınmadığı için iş, mafyaya ihale edildi ve operasyon bu nedenle başarısız oldu.
EPSİLON: İSTİHBARATI ADANA'DA ÖĞRENEN JÜL SEZAR
Gelelim Roma'ya… Gene konuyu Adana'ya, Çukurova'ya çekmişsin diyebilirsiniz; ama ayrıntı, dikkate şayan, o yüzden paylaşayım:
Yüzölçümüne göre en büyük olmasa da siyasi olarak gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarından biri olan Roma İmparatorluğu'nun istihbarat konusunda en iyi lideri meşhur Jül Sezar idi.
Sezar'ın; düşmanlarını anlamaya yönelik ilgisi yirmi beş yaşında, şimdiki Çukurova bölgesinde Kilikya korsanlarına tutsak düşmesiyle başladı. Korsanlar kendisi için yirmi talent fidye istediklerinde onlara kendisinin ne kadar önemli olduğunun farkına varıp varmadıklarını sormuş ve elli talent fidye istemelerini önermişti. Sezar, elli talent ödenip de serbest bırakılır bırakmaz onları arayıp bulacağına ve çarmıha gerdireceğine söz verdi. Ve sözünde de durdu.
Roma deyince… Caligula'nın; istihbaratı, halk üzerindeki şiddetini artırarak veya azaltarak nasıl kullandığını anmadan olmaz. Roma'nın meşhur tarihçisi/ Heredot'u Suetonius, İmparator Gaius'un (Daha çok Caligula adıyla bilinir) hükümdarlığının başında halkın desteğini kazanmak için muhbirlere kulak asmayacağını ilan ettiğini yazar.
Suetonius'un yazdığına göre Caligula, kendisine yapılacak olan suikastı 'astrolog Sylla' ve onun kötüye yorduğu alametler vasıtasıyla öğrenmişti ki, bunlar arasında kurban edilen bir flamingonun kanının üzerine sıçraması da vardı. (O dönemlerde büyücülük ve falcılık istihbaratta çok kullanılıyordu.) Kâhin, Cassius'un (Roma senatörü. Jül Sezar'a suikast komplosunu kuran ekibin başında da bu şahsın olduğu söylenir.) kendisine karşı bir komplo kurduğunu söylediğinde Caligula, Cassius'un idam edilmesini emretmişti. Ancak Cassius, gerçek casus değildi. İsim benzerliğinin kurbanı olmuştu.
Yazıyı; istihbarat kelimesiyle ismi kolayından yan yana gelmeyecek bir tarihsel kişilik hakkındaki anekdotla toparlayalım: Christopher Andrew'a göre Karl Marx, 1860'larda Londra'da sürgünde iken en olmayacak yerlerde casuslar gördüğünü söylemişti. Hatta Marx'a göre Lord Palmerston, uzun zaman Ruslar hesabına ücretli casusluk yaptı. Palmerston dediği, Henry John Temple. (1784 –1865) İngiltere'nin başbakanlığı yapmış bir politikacı ve şu meşhur sözün de sahibi: "İngiltere'nin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır."
Temple'ın Rus casusu olması ihtimali düşüktür. Ama eğer zaman makinesine binip ileri bir tarihe giderseniz Marx'ın teorileri, Bolşevik Devrimi'ne ilham kaynağı olduğu için Marx'a bile 'Rus casusu' yakıştırması yapılabilir, ama Temple'a değil.
Hem, Allah aşkına, şunu sormazlar mı adama: Kapitalizm'i -Emperyalizm aşamasına erişen Kapitalizm başta olmak üzere- yerden yere vuruyorsun da sürgün ya da iltica için dönemin bir numaralı 'Emperyalist' ülkesini, güneşin üzerinde batmadığı imparatorluğu, Büyük Britanya'yı neden seçiyorsun?
Bu ne perhiz, ne lahana turşusu!
Düşünmeyi sevmekle övünen 'anlı şanlı Marksistler' bugüne kadar kendilerine hiç bu soruyu sordu mu?