Türkiye'nin, uzun yıllardır fay hatları üzerinde çeşitli oyunlar oynanan bir ülke olduğunu sağır sultan bile bilir. Ülkemizin kırk yıllık terörle mücadele mazisinde istatistiklerle açıklanamayacak trajediler var. Ancak bugüne dek hiçbir güç, Türkiye'yi kendi içinde bir etnik veya mezhebi çatışmaya sürükleyemedi. Zira bu konuda son dönemin moda medikal tabiriyle bağışıklığımız çok yüksek.
Gelgelelim bağışıklığımızın güçlü olmadığı, hassas, kırılgan bir mevzu üzerinden şimdi yeni oyunlar sahneleniyor. Ankara'nın Altındağ ilçesinde 18 yaşındaki Emirhan Yalçın'ın, Suriyeli Yahya Abdo tarafından bıçaklanarak öldürülmesinden sonra yaşanan olaylar, stratejisini Türkiye'de gerginlik beklentisi üzerine kuranlara maalesef umut verdi.
Evet, bir anlığına umut verdi ama Yalçın'ın, içi yanan babasının önce fevri bir tavırla ve fakat ardından sağduyuyla yaptığı açıklamalar, neredeyse beş yıldır sürekli ekonomik, sosyolojik ve hatta politik sebeplerle yükselen göçmen karşıtı dalgadan çatışma bekleyenlerin umutlarını şimdilik boşa çıkardı.
Emirhan Yalçın'ın öldürülmesinden sonra ilçenin Battalgazi Mahallesi'nde ciddi bir gerginlik yaşandı. Göçmenlerin yoğunlukta olduğu mahallede toplananlar, yabancıların iş yerlerinin camlarını kırdı, eşyalarını dışarı çıkarıp, ateşe verdi. Geç saatlere kadar süren gerginlik, polisin müdahalesiyle son buldu.
Altındağ'da yaşanan bu olay, bütün yönleriyle ele alındığında bir 'Pogrom' (dinsel, etnik ve siyasi nedenlerle bir gruba sistematik biçimde uygulanan şiddet hareketi) değildi ama gerekli tedbirler alınmadıkça ileride hali vakti yerinde veya yoksul Suriyelilere karşı da 'Pogrom' türü olayların yaşanması olasılığı var. Malum, galeyana gelmiş kitle, her daim lince meyyaldir. Bu olay vesilesiyle kitlenin, bir araya geldiğinde Gustave Le Bon'ın tezlerini doğrularcasına linç faaliyetine girişebildiğini, bunun da toplumsal çatışmaya zemin hazırladığını görmüş olduk. Demek ki bu fay hattında oynanan oyunlar, Türkiye'nin asli unsuru olan etnik ve mezhebi unsurlar arasında daha önce denenen oyunlardan daha riskli.
TARİHİMİZDEKİ EN BÜYÜK GÖÇ DALGASI
Birleşmiş Milletler'e göre, bir nüfus hareketinin göç olarak nitelendirilebilmesi için gidilecek olan yerde bir yılı aşkın süre ile kalmak ve sürekli yerleşmek amacıyla gitmiş olmak gerekiyor.
Bu tanım çerçevesinde Türkiye, tarihi boyunca üç önemli göç dalgası yaşadı. Bunlardan ilki Birinci Dünya Savaşı ile başlayan, çoğunluğu Bakanlardaki Türklerin oluşturduğu göç hareketiydi. İkinci göç dalgası, 1991'de ABD'nin Irak'a müdahalesiyle gerçekleşti. Bu süreçte çok sayıda Iraklı göçmen ülkemize akın etti. Üçüncü önemli göç dalgası ise, Suriye İç Savaşı'ndan sonra başladı.
Nisan 2011'de nüfusu 22 milyon olan Suriye'de bugün halkın yarısı evini, yaklaşık altı milyonu da ülkesini terk etti. Bu göçmenlerin hatırı sayılır bir kısmı Türkiye'ye geldi. Dünya Göç Raporu'na göre Suriye, 'en çok mülteci veren', Türkiye de 'en çok mülteciye ev sahipliği yapan' ülke konumunda. Türkiye'nin düzensiz göç durumuna bir de rakamlarla bakalım:
Ülkemizde geçici koruma altında kayıtlı Suriyeli sayısı 23 Temmuz 2021 tarihi itibarıyla 3 milyon 690 bin 896 kişi. Kayıtlı olmayanlarla birlikte bu sayının daha da yüksek olduğu varsayılıyor.
Türkiye'deki düzensiz göçmen Suriyelilerin 1 milyon 774 bin 520'si, yani yüzde 48'i on sekiz yaşından küçük. Göç İdaresinin yayınladığı yaş aralığı tablosuna göre; ülkemizdeki Suriyeli erkekler toplam Suriyeli sayısının yüzde 53,8'ini oluşturuyor. Suriyeli kadınların oranı ise yüzde 46,2.
Yüzde 98,5'i şehirlerde yaşayan Suriyeli göçmenlerin hangi kentlerimizde yoğunlaştığına da bakalım. Suriyelilerin Türkiye'de en fazla yaşadığı il, 528 bin 285 kişi ile İstanbul. Onu 453 bin 597 kişi ile Gaziantep izliyor. Ardından 435 bin 891 kişi ile Hatay geliyor. Dördüncü sırada 424 bin 70 kişi ile Şanlıurfa var. Beşinci sırada ise 253 bin 988 kişi ile Adana…
GÖÇ BAKANLIĞI YOLDA
Türkiye'nin hali hazırda bir göç bakanlığı yok. Ancak bu konuda hazırlıklar var. Kurulması beklenen Göç Bakanlığı'na nüve teşkil edebilecek kuruluş ise Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. Bu kurumun yayınladığı Türkiye'nin Düzensiz Göçle Mücadelesi başlıklı makalede, 'müstakbel bakanlığın' görev alanları da belirtilmiş aslında. Makalede 15 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanan kararnameyle kurulan Göçle Mücadele Dairesi'nin görev alanları şöyle sıralanmış:
"1) Düzensiz göçle ilgili iş ve işlemleri yürütmek.
2) Düzensiz göçle mücadele edilebilmesi amacıyla kolluk birimleri ve ilgili kamu kurum ve kuruluşları arasında koordinasyonu sağlamak, tedbirler geliştirmek, alınan tedbirlerin uygulanmasını takip etmek.
3) Türkiye'nin taraf olduğu geri kabul anlaşmalarına ilişkin hükümleri yürütmek."
Bir de Genel Müdürlüğün uygulaması için hazırlanmış 2021-2025 yıllarını kapsayan Düzensiz Göçle Mücadele Strateji Belgesi ve Ulusal Eylem Planı var. Bu eylem planının hedefleri ise şunlar:
"- Düzensiz göçü kaynağında önlemeye yönelik ulusal ve uluslararası mekanizmalar ve iş birliklerinin güçlendirilmesi.
- Sınır güvenliğinin artırılması ve düzensiz göçle mücadele alanında tedbirler geliştirilmesi.
- Yabancı iş gücü göçünün etkin ve kapsamlı politikalarla yönetilmesi.
- Düzensiz göçmenlere ilişkin ülke içerisindeki işlemlerin insan hakları odaklı yürütülmesi, hassas durumdaki düzensiz göçmenlerin korunmasına yönelik çalışmaların artırılması ve düzensiz göçle mücadelede kanıta dayalı politikalar üretilmesi.
- Düzensiz göçmenlerin insan hakları standartları çerçevesinde geri gönderilmesi sisteminin güçlendirilmesi ve yeniden uyumlarının sağlanması ve bunun düzensiz göçle mücadelede görevli kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları katkısıyla hayata geçirilmesi"
Bu hedeflerin kitabi olmaktan çıkarılıp hayata geçirilmesi sanıldığı kadar kolay değil, ancak elbette mümkün. Türkiye'nin bir transit ülke olmasının da etkisiyle göçmen sayısının giderek artması, bu konuda politika üretimini zorlaştırıyor. Türkiye, yıllardır Avrupa'ya geçmeye çalışan düzensiz göçmen yükünü de sırtlıyor. AFAD verilerine göre, Türkiye'nin Suriyeli göçmenler için bugüne kadar harcadığı 8 milyar ABD dolarına karşılık olarak, uluslararası toplum Türkiye'ye yalnızca 55 milyon ABD doları katkıda bulunmuş. Devede kulak!
KISA VE UZUN VADELİ TEDBİRLER
Düzensiz göçmenler konusu, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı'nın hazırladığı 2023 Özel İhtisas Komisyonu Raporu'nda da yer aldı. Düzensiz göçmenlerle ilgili çözüm önerileri o raporda da şöyle sıralanıyor:
"Türkiye göç alan bir ülke konumuna gelmiştir, bu durumdan hareketle transnational yurttaşlar ile ilgili bir rejim ihtiyacı bulunmaktadır. Göç ile ilgili konular her zaman insan odaklı bir çerçeveye yerleştirilmeli, ancak güvenlik boyutu da değerlendirilmelidir.
Yine bu alanda sağlıklı veriler elde edilemiyor olması uygun politika, vizyonun geliştirilerek, hizmet sunumunda önemli bir sorun oluşturmaktadır. Günümüzde, göç olgusuna insan haklarına saygıyı esas alarak, göçmenler ve ev sahibi ülke açısından karşılıklı yararlar çerçevesinde yaklaşmakta yarar görülmektedir."
Türkiye; Asya, Avrupa ve Afrika kıtasının kesişim noktasında olduğu için düzensiz göçmenler açısından öncelikle bir transit güzergâh. Ama aynı zamanda özellikle Suriyeli ve hatta Afganlı göçmenler için 'hedef ülke' konumunda.
Bir başka deyişle Türkiye, hem Avrupa'ya geçmeyi uman düzensiz göçmen yükünü sırtlıyor, hem de ülkemizde kalmayı hedefleyen düzensiz göçmenlere ev sahipliği yapıyor.
Düzensiz göçten ötürü meydana gelebilecek provokasyonlara karşı tedbir almak Türkiye için kısa vadeli bir milli güvenlik meselesi… Göçün ekonomik ve toplumsal sonuçlarını zamanla Türkiye lehine çevirmek de uzun vadeli bir milli güvenlik meselesi…