"Ring-a-ring o'roses,
A pocket full of posies,
A-tishoo! A-tishoo!
We all fall down."
İngiliz çocuklarının halka halinde el ele tutuşup yukarıdaki sözleri hep bir ağızdan tekrarlayarak oynadıkları bu oyun, tarihin akışını değiştiren en büyük salgını -Kara Veba'yı- anlatır. Çevirisi şöyledir: "Halka halka güller/Cepte dolu demetler/Hapşu hapşu/Hepimiz düşeriz."
İkinci kıtasında "Ashes! Ashes!" (Küller! Küller) denilen bir kısmı da vardır oyunun. Yaşayan en büyük mütefekkirlerimizden Alev Alatlı'nın Nasihatname adlı kitabının Fesüphanallah isimli birinci cildinde yer alan bilgilere göre, oyunun sözlerindeki halka halka güller derideki kırmızı lekeleri, cepte dolu demetler keselerdeki şifalı otları, küller post-mortem (ölüm sonrası) evrede Vebalıların mikrobunu kırmak için yakılan ateşi, yere düşmek ise kaçınılmaz sonu, yani ölümü simgeler.
Yazılı olarak ilk 1881'de ortaya çıkan, ancak aslında Fransız Devrimi döneminde de tüm Avrupa'da var olan bu oyun (Diğer Avrupa dillerinde de versiyonları var çünkü) salgınların dünya tarihini nasıl etkilediğinin günümüzdeki yaşayan göstergelerinden biridir.
Kara Veba, gerek hekimlerden sonra en çok rahipleri öldürdüğü için Kilise'nin etkisini kırdığı, gerekse dine mesafeyi artırıp Rönesans ve sonra Reform Hareketleri'ni tetiklediği ve gerekse de kitlesel ölümler sonrasında servet el değiştirdiği için Burjuvazi'nin ilk tohumlarını attığından ötürü Fransız Devrimi'nin koşullarını oluşturmuştur.
Siyaset Bilimci Sinan Baykent, en az bunun kadar esaslı bir etkinin, Roma Paganizmi'nin Çiçek ve Kızamık salgınlarıyla kırılması sonucunda Hristiyanlığın Batı'da kök salmasıyla ortaya çıktığını savunuyor. "Her kriz beraberinde fırsatlar da getirir klişesi Roma örneğinde fevkalade isabetlidir. Zira 250-270 yılları arasındaki cümbüşten bir grup ziyadesiyle istifade etmiştir ki, o da Hristiyan misyonerlerdir" diyor. Hiç de haksız sayılmaz.
Çünkü misyonerler, Pagan çoğunluk, başlarına gelen musibetin, yani Veba'nın şifrelerini çözmekte zorlanırken olan bitene uhrevi bir izahat getirmek suretiyle ve de iyilikseverlik mottosunu hakkıyla kullanarak Hristiyanlığın bir çığ gibi büyümesine vesile olmuşlar.
KENDİNİ DOĞRULAYAN KEHANET
Veba, Avrupa'da ilk görüldüğü 1347'den (Veba, bu köşede yayınlanan yeni nesil virüslerin evrimi başlıklı yazıda sözünü ettiğimiz Kefe'de mancınıkla vebalı askerlerin kaleden içeri atıldığı, tarihin bilinen ilk biyolojik savaşından sonra yayıldı. Meraklısı için yazının linki: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2020/02/02/yeni-nesil-viruslerin-evrimi) son günlerin moda deyişiyle 'pik' yaptığı 1597 yılına kadar Avrupa'da yirmi milyondan fazla insanı öldürdü. Bu da o dönem için kıta nüfusunun toplam üçte biri demekti.
Daha şimdiden Korona Pandemisi için böyle kötümser senaryolar ortaya atıp 'Kendisini doğrulayan kehanet" örneğindeki gibi astrologların sık kullanılanlar heybesindeki ibarelerden olan 'Kötü enerjiyi çağırma'nın lüzumu yok elbette.
Ancak Korona'nın dünyamızı ekonomik, politik ve giderek askeri, istihbari bağlamda değiştireceğini öngörmek için Nostradamus veya Baba Vanga olmaya da gerek yok.
Şu aşamada henüz tıbbi boyutuyla konuştuğumuz, bir süre daha konuşmaya devam edeceğimiz (Umarız fazla sürmez tabii) Korona'nın medikal sırlarından (Geçen haftaki yazıyı hatırlamak isteyenler için: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2020/03/29/koronayla-medikal-savasin-sirlari) sonra muhtemel politik sonuçlarını da tarihten örneklerle anlamaya, anlatmaya çalışacağız.
Tıbbi savaş süreci için şu aşamada, kendisini gerçekleştiren kehanetin optimist versiyonundaki gibi en kısa sürede aşının bulunması (Buna ilişkin çalışmaları geçen hafta uzun uzadıya anlattık) ya da cari olan ilaçların Covid-19'a karşı etkili olmasını dilemekten başka çare yok. Yine Alatlı'nın Fesüphanallah adlı kitabına dönmüş olacağım ama (Turkuvaz Kitap'tan çıktı. Yeni bitirdim, şiddetle tavsiye ederim. İkinci cilt olan Hafazanallah'a da başladım) kitapta anlatılan 'plasebo etkisi'ne Korona'yla mücadele sürecinde ihtiyacımız olduğu muhakkak. Plasebo etkisi, tedaviye yönelik doğrudan farmakolojik bileşenleri olmasa bile (Ki Korona'ya karşı kullanılan ilaçların var) iyileştirici etkisi yadsınamayan ve bir tür telkine dayalı tedavi yaratan ilaçların etkisine deniliyor. Modern tıp, neden-sonuç ilişkileri saptanamayacağı için bu meseleye soğuk bakıyor, gelgelelim Domuz Gribi ya da Zatürre ilaçlarının Korona tedavisinde de bir ölçüde işe yaramasının ne mahzuru var. Hele de insanoğlunun aşı ve deva denilecek ilacı henüz keşfetmediği pandeminin bu ilk aşamalarında…
Üstelik şu an kullanımda olan ilaçlar farmakolojik olarak plasebo etkisinin çok daha ötesinde olumlu etkiler yaratıyor.
SALGINLARLA SERVET EL DEĞİŞTİRMİŞ
Tarih boyunca politik dönüşümler, devrimler yaratmış, hatta dinlerin yayılmasını hızlandırmış pandemilere yani küresel salgınlara bakıldığında yarattıkları ilk etkinin sınıfsal farklılığın altını çizmek, ikinci etkinin ise servetin el değiştirmesini sağlamak olduğu söylenebilir. Sınıf farklılığının, bütün siyasal analizlerin öncesinde hesaba katılması gereken temel parametre olduğu izahtan vareste.
Hayatımın hiçbir evresinde sosyalist olmasam da çocukluğum ve ilk gençliğimden beri bu farklılıkları Adana'da gözlemleyerek büyüdüğüm ve konu üzerine vaktiyle hatırı sayılır okumalar yaptığım için sınıfsallığın, siyaset tarihine ve sanata etkilerini her daim önemsedim. Sinema sanatındaki güncel bir örnek olan Güney Kore yapımı Parasite adlı film, sınıfsallığı hem dolaysız, hem de baş karakter oğlanın biraz da suyunu çıkararak kullandığı deyişle metaforik biçimde anlatıyor ve zengin-yoksul ayrımının en çok felaket/salgın dönemlerinde kristalleştiğini bize gösteriyor.
Bu filmdeki selin, hayat koşullarının tülek olmaya zorladığı yoksul ailenin evini barkını tarumar etmesi gibi, tarihteki salgınlar da Tifüs'ün taşıyıcısı bitin ya da tüyleri arasındaki 'Xenopsylla' isimli uçucu bir böcek vasıtasıyla Veba'nın taşıyıcısı olan farelerin yayılmasına elverişli ortamlar fakir-fukaranın yaşadığı yerlerdi. Bakteri ve virüsler bu ortamlarda türedi ama sonra aristokratların kaldığı şatoları da kuşattı ve Derebeyler salgınlar nedeniyle ekonomik ve siyasi güçlerini yitirince Burjuvazi'ye gün doğdu.
Bugün Korona'nın; Kraliyet ailelerinden, kallavi politikacılara, solcuların deyişiyle 'kompradorlar'dan 'celebrityler'e piramidin üst tabakasındaki kesimlere de bulaşması bir tür post-kapitalizm ve yeri geldikçe andığımız post-postmodernizm sürecini tetiklemesi mukadder değilse bile muhtemel.
Birlikte epey yayın yaptığımız Stratejist Abdullah Çiftçi, ideolojik dönüşümün Doğu'da Modern Sosyalizm, Batı'da ise Demokratik Sosyalizm biçimde tezahür edeceğini, dinde ise Transhümanizm kurgusunun yürürlüğe sokulacağını düşünüyor. Çiftçi'nin 'Milenyum Küreselizm'i ile ilgili pek çok öngörüsü tuttuğu için bu görüşü üzerinde de durulmalı derim.
DİNOZORLARIN BAŞINI MİKROORGANİZMALAR MI YEDİ!
Bunu yaparken, yani post-Korona sürecinde dünyanın nasıl şekilleneceğini anlamaya çalışırken tarihteki büyük salgınların yarattığı dönüşümleri bilmekte büyük yarar var. Pre-historik dönemle başlayalım: Bize hep öğretildiği şekilde dinozorların neslinin, 'Küre'mize bundan 60 milyon yıl önce 10 milyar atom bombası şiddetiyle çarpan göktaşlarıyla tükenmiş olabileceği tezi geçerliliği halen korusa da kimi arkeolojik bulgular insandan önceki bu devasa yaratıkların mikroorganizmanların saldırısına uğradığı ihtimalini de gündeme getiriyor.
Yapılan kazılarda, Permian (300 ile 250 milyon yıl önce görülmüş 50 milyon yıllık jeolojik dönem) tabakalarında rastlanılan dinozor kemiklerinde hastalıklı bakterilerle ilgili bulgulara rastlandı. Dinozorlar haricinde mağara ayıları ve diğer hayvanların fosillerindeki kemik bozukluklarının mikrobiyolojik orijinli olduğu görüldü.
Göktaşı senaryosu daha gerçekçi olsa bile bu felaketin yarattığı iklim değişikliğinin bakteriyel ve virütik mikroorganizmaların yayılmasına ortam sağladığını ve böylelikle insan öncesi varlıkların yok oluşunu hızlandırdığını varsaymak mümkün.
Dünyadaki ilk bulaşıcı hastalık hangisi sorusuna cevap vermek güç elbette. Ama arkeolojik bulgular Verem Mikrobu'nun üç milyon yıl önce var olduğunu gösteriyor. Cüzzam'ın 100 bin, Sıtma ve Çiçek'in 55 bin, Veba'nın ise 50 bin yıllık bilinen mazisi var.
Bu hastalıklar insanlığı, tarih boyunca tehdit eden illetler oldular. Mikrobiyoloji ve arkeoloji bilimlerinin gösterdiğine göre Milattan Önce 8 bin ila 7 bin yılları arasında Mezopotamya bölgesinde (Sümer'den önce) yaşayan insanlar salgınlar ve ölümler hakkında çok az şey biliyordu. Bununla birlikte dertlerine şifalı bitkilerle derman da aramıyor değillerdi.
Mısır'da Milattan Önce 3 bin 400'lerden itibaren kanalizasyon sistemlerinin kurulmaya başlanması da salgın hastalıklar sonrası alınan tedbirler arasındaydı. Tıbbın babası sayılan Hipokrat (Milattan Önce 460-377) döneminde Antik Yunan'da ve giderek gezegenimizde bilinen salgın hastalıklar şunlardı: Sıtma, Lekeli Humma, Çiçek, Veba ve tabii ki Verem.
İbranilerin, Veba, Verem ve cinsel yolla bulaşan Frengi gibi salgınlardan sonra Hazreti Musa'nın gelişiyle birlikte gıda hijyenine yönelik kurallara riayet etmeye başladıkları görülüyor. Domuz etinin yenilmemesi gibi…
Gelelim başımıza Korona musibetini tebelleş eden Çinlilere… Çiçek hastalığı ve Frengi Milattan Önce 3 bin yılında Çin'de biliniyordu.
Ancak ilk pandemi Çin'de değil, Roma'da görüldü. Tarihteki bilinen en büyük salgın Roma İmparatorluğu'nda Milattan Sonra 2. Yüzyıl'da yaşanan 'Antoninus Vebası'ydı. Bu hastalık günde 2 bin kişinin ölümüne yol açarak imparatorluğun toplam nüfusunun yüzde 30'unu telef etti. Ve Hristiyanlığın önünü açtı.
Milattan Sonra 541 yılında Doğu Roma'da görülen 'Jüstinyen Vebası' döneminde İmparator Jüstinyen; Avrupa'da başlayan, Mısır'a, Filistin'e ve Suriye'ye yayılan salgından korunmak için İstanbul'un surlarını kapattı. Ancak askeri birliklerin şehre getirdiği malzemeler arasındaki fareler yoluyla salgın İstanbul'a da yayıldı. Şehir, nüfusunun neredeyse yarısını kaybetti. Bu olay Bizans'ın saldırılara açık hale gelmesine sebep oldu.
'KOLONYALİZM'İN ÖNÜNÜ AÇAN ÇİÇEK
Orta Çağ'daki Kara Veba'nın Rönesans, Reform ve sonrasında Fransız Devrimi'ni tetiklediğini ilk kısımlarda yazmıştık. Amerikan yerlilerinin Çiçek hastalığıyla tanışması da kelimenin literal anlamıyla soykırımın yanı sıra Avrupalıların mecazi manada da yerlileri soykırıma uğratmasına vesile oldu. Coğrafi Keşifler sonrasında kendi bağışık oldukları bakteri ve virüsleri Yeni Dünya'ya götüren Avrupalılar kıta nüfusunun yüzde 90'ının ölümüne sebep oldu. Bu da 'Kolonyalizm'in, yani sömürgeciliğin önünü açtı. Tıpkı bugün Korona'nın 'kolonya'nın önünü açması gibi!
Tarihte yaşanan çeşitli Kolera salgınlarından sonuncusu olan 1852-1860 pandemisi, 1 milyon insanın ölümüne yol açtı. Hinduların, hijyen olmayan yaşama koşulları (2011 yılında yapılan bir çalışmaya göre yıkandıkları Ganj Nehri'nde 100 mililitre suda 1,1 milyar dışkı bakterisi var) nedeniyle yayılan bu Kolera, Rusya'yı, sonra da Avrupa'yı ve dahi Amerika'yı kırdı geçirdi.
Bunların yanı sıra Birinci Dünya Savaşı'nın sonuçlarını doğrudan etkilemese de Avrupa ve Asya'da 25 milyon kişinin enfekte olduğu Tifüs salgını var. Bu salgında Rusya 3 milyona yakın insanını kaybetti.
Savaşın son evrelerinde ortaya çıkan 1918 İspanyol Gribi pandemisi ise 500 milyon insana bulaşıp, yaklaşık 100 milyon insanı mevta etti. Ve bakmayın İspanyol Gribi denildiğinde en çok da ABD'yi vurduğu için sonrasında gelen ekonomik krizle birlikte İkinci Dünya Savaşı'nın kilometre taşlarını döşedi.
Korona'dan önceki son büyük salgın diyebileceğimiz 1957 Asya Gribi Pandemisi var bir de. Bu salgında 4 milyon kişi hayatını kaybetti, ama 40 milyon kişi de aşılandığı için kurtuldu. Aşının işe yaradığı ilk büyük pandemiydi bu.
EN ETKİLİ VEBA REÇETESİ: KAÇ!
Veba ile girdik, Veba ile toparlayalım. Bu yazı için Kemal Özden ve Mustafa Özmat tarafından kaleme alınan 1347 Veba Salgını'nın Avrupa'da Sosyal, Politik ve Ekonomik Sonuçları başlıklı akademik çalışmadan da yararlandım. Buna göre 1347 salgını, Orta Çağ'da yalnızca ruhban sınıfının değil, hipokrat sınıfının itibarını da olumsuz etkiledi. (Bugün öyle bir şeyin olmayacağı muhakkak. Aksine ön cephede kahramanca çarpışan sağlık çalışanları bu süreçten itibarlı ve güçlenerek çıkacaklar.) Zira o dönemde dürüst bir hekimin gelen hastalara önerebileceği tek reçete Latince şu ifadelerden oluşuyordu:
"Fugo cito, vade longe, rede tarde."
Yani "Çabuk kaç, uzağa git, hemen dönme."
O zamanlar enfekte olmamak için doktorlar sivri gagalı maskeler takıyorlardı. Sonradan Venedik Festivallerinde kullanılan türden maskelerdi bunlar. Bir örneğini büyük yönetmen Stanley Kubrick'in meşhur filmi Eyes Wide Shut'ın ayin sahnesinde gördünüz.
1347 salgını, hekim sınıfının karizmasını çizmişti, ama örneğin şimdinin Korona mağduru ülkesi İtalya'nın Milano ve Venedik kentlerinde, insanları bulaşıcı illetten korumak için bir veba bürokratları sınıfı da yaratmıştı. Ve bu model giderek tüm Avrupa şehirlerinde kullanılır hale geldi.
Şimdiki salgının da ekonomik ve politik sonuçlarının olacağı aşikâr. İlk etki de, hastalığın yayılmasını engellemeye yönelik politik tedbirler. Bu nedenle Bilim Kurulu, siyasi kararların alınmasında epey etkili. Ve fakat bunu bir 'tıbbi otoriteryanizm' olarak yorumlamak çok yanlış olur. Çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın nihai kararlarında şu sıralar en etkili yapı Bilim Kurulu olsa da ekonomik ve istihbari devlet kurumları da karar süreçlerini etkiliyor. Devletin
-Erdoğan'ın siyaset anlayışı gereği- sorunlara sıcağı sıcağına müdahale konsepti, krizi baskı altında tutmamızı sağlıyor.
Bunun yanı sıra Korona Pandemisi'nin Türkiye'deki başlangıcından bu yana (bilinen tarih 11 Mart) güvenlik ve istihbarat boyutuyla hesaba katılması gereken senaryoların da olduğunu düşünüyorum. Bugüne dek yazmadım, çünkü işin hep tıbbi boyutundaydık. Türkiye olarak şimdilik evde kalıyoruz, eyvallah.
Ve fakat bunun uzun müddet sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum. Eminim ki üst aklın kullandığı örgütler, sokağa çıkma yasağının olası sonuçlarını hesaplamanın yanı sıra, 'Evde kal' sürecinin uzaması halinde tedarik zincirinin kırılmasına binaen kaos için fırsat kollayacaklardır.
Bu bağlamda Korona'nın yalnızca tıbbi değil, güvenlik ve istihbarat boyutları olan bir mesele olarak ilgili kurumların raporlarına girdiğini biliyorum. Ve Cumhurbaşkanlığı'nın, Bilim Kurulu'nun tavsiyelerinin yanı sıra orta/uzun vadede bu parametreleri de hesaba kattığı kanısındayım.
Kötü niyetle sokağa çıkma yasağı isteyenler zaten malum. Ama iyi niyetle bunu talep edenlerin meseleyi bu yönleriyle de kavraması gerekir. Zira devlet, sokağa çıkma yasağı nidalarının sokağa 'başka türlü' çıkma riski yaratabileceğini de hesaplıyor. Ve bunun tedbirleri de alınmış vaziyette.
Kamu otoritesi bu tür riskli durumlarda en çok ihtiyaç duyacağımız şey. Çünkü bu yazıda kimi siyasi sonuçlarını okuduğunuz salgınlar, kaoslara davetiye çıkarabiliyor. Pandemi denilen şey; 'iyi', 'doğru', 'güzel' eksenindeki bütün algıyı ters yüz etmese bile 'iyi' ile 'kötü'yü, 'doğru insan' ile 'yanlış insan'ı, 'güzel' ile 'çirkin'i eşitliyor. Ve elbette zengin ile fakiri de… Sınıfsallığı yok etmiyor, ancak onu yeniden dizayn edebiliyor. Serveti yeniden dağıtabiliyor, kartları yeniden karıp oyunu yeniden kuruyor. Ve dahi dünyayı eşitsiz kılan 'mevcut talih'i değiştirip yeni bir kader örgüsü oluşturabiliyor.
Farkında mısınız, bütün bu etkiler salt insan üretimi olamayacak kadar geniş ve kapsamlı. Bu yüzden eğer Korona'ya ille de komplo diyeceksiniz 'ilahi komplo' deyin. İlahi iradenin kriptolu komplosu…