Milletlerin nesiller boyu anlatılacak kahramanlık öyküleri vardır. Türk tarihi bu açıdan ziyadesiyle zengin. Yarın üçüncü yıldönümünü idrak edeceğimiz 15 Temmuz direnişi de bu zenginliğin bir parçası. Ancak bir farkla... Her şey herkesin gözünün önünde yaşandı.
Güvenlik kameraları, MOBESE'ler, cep telefonları kayıttaydı. Darbe ve iç işgal harekâtına karşı milletin gösterdiği şanlı direniş binlerce görsel imaj halinde hafızalara kaydoldu. Buna rağmen 15 Temmuz'un önemini, yeni jenerasyonlara (Y ve Z kuşakları) anlatmakta zorlanıyoruz.
Ve bunda maalesef 15 Temmuz'a 'tiyatro', 20 Temmuz OHAL kararına da 'darbe' diyenlerin rolü yadsınamaz.
Hâlbuki böylesi bir hainliğin ve buna karşı gösterilmiş kahramanlığın bir başka örneği yok. Sadece Türkiye tarihinde değil, dünya tarihinde de yok. Fakat bizim millet olarak şöyle bir handikapımız var: Acılarımızı bilinçaltına gömme, unutma eğilimindeyiz. Yolumuza devam etmemiz için millet olarak geçmişe takılıp kalmamamız elzem elbette ama doğru bir gelecek kurabilmek için de geçmişin kılavuzluğuna ihtiyaç olduğu muhakkak.
SPONTANE SEFERBERLİK
15 Temmuz ruhunun ve bilincinin, özellikle darbeye 'tiyatro' diyen, milleti, milletin seçtiği lideri ve milli kadroları hedef alan hain operasyona karşı spontane bir seferberlik haliyle yürütülen muharebeyi küçültmeye çalışan her yaklaşımı geçersizleştirmek için canla başla çalışmalıyız. Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, ancak 'özel harp hazırlıkları' gerektiren böylesi bir direnişin mistik bir ruhla kendiliğinden canlanışına şahit olamazsınız. Ani seferberlik hallerine alışkın Türkiye bile böylesi özgün bir örneğe alışkın değildir.
Devlet aklının tökezlediği yerde milletin doğal seferberliğinin tek örneğidir 15 Temmuz. Sürekli beden değiştiren bir ruh olarak tarif edilebilecek olan devletin, paralel bir unsur tarafından tam anlamıyla ele geçirilmek üzereyken millet tarafından kurtarılması operasyonunun adıdır.
Bir habis teamüle dönüşmüş cuma darbelerinin (27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, hatta 27 Nisan 2007 hepsi Cuma günü yapıldı) başarısızlığa uğratıldığı ilk örnektir.
Devletin FETÖ ile hakiki mücadelesinin de 15 Temmuz'dan sonra başladığını çeşitli vesilelerle yazdım, söyledim.
15 Temmuz'dan önceki 7 Şubat (2012) ve 17-25 Aralık (2013) süreçlerindeki tedbirler de önemliydi elbette.
Ama topyekün mücadele 15 Temmuz'dan sonra başlamıştır.
BİR PARANTEZ KAPANDI
12 Haziran 2007'de Ergenekon, 3 Temmuz 2011'de de Şike operasyonlarıyla başlayan uzun soluklu FETÖ darbesine direnişte rolü olanların da hakkının teslim edilmesi önemlidir.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ başta olmak üzere Ergenekon, Balyoz ve Zirve'de FETÖ kumpasıyla yatanlar, eski Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, o dönemdeki teknik direktör Aykut Kocaman gibi isimlerin örgüte ellerinden geldiğince direnmesi ve nihayet 7 Şubat'tan sonra dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın tek başına kalma pahasına yürüttüğü mücadele milletin FETÖ'yü bir ihanet örgütü olarak kabul etmesinin zeminini hazırlamıştır. Şurası önemli: Millet FETÖ'yü ihanet örgütü olarak görmeseydi 15 Temmuz'da o şevkle sokağa çıkmayabilirdi.
15 Temmuz'un tarihsel sonuçlarına gelince... 15 Temmuz mazimizdeki bütün darbe ve darbe girişimlerinden daha önemlidir. Bir defa 15 Temmuz'da 27 Mayıs 1960 ile başlayan NATO/ABD parantezi kapanmıştır. Türkiye, artık en yumuşatılmış ifadesiyle söylesek bile üst aklı NATO olan bir ülke olmaktan çıkmıştır. NATO'ya üye olmaya devam etsek dahi artık hiçbir şey eskisi gibi değil, olmayacak da. 15 Temmuz'un üçüncü yıldönümünde S-400 füzelerinin gelişi bile bunun ispatı.
Bundan sonra yapılması gereken en önemli şey, 15 Temmuz'u unutmamak, unutturmamak ve o günkü ruhu -umarız tekrarına gereksinim duyulmaz amaihtiyaç halinde yeniden canlanabilecek ölçüde diri tutmaktır.