Kapitalizm'in şatosu Amerika Birleşik Devletleri, işadamı olarak muazzam başarılar kaydettiği halde hiç siyasi tecrübesi olmayan Donald Trump'ı başkan seçti. ABD ana akım medyasının "Trump'ın başkanlığını ancak rüyanızda görürsünüz" imalı psikolojik harekât (PH) mahsulü tüm yayınlarına rağmen 'Trump'ın zaferinin rüyasını görenler' kazandı.
Amerikan medyasının PH ürünü haberleri, İstanbul'da Trump Towers'a kadar erişti. ABD Başkanlık uçağı Boeing 747 tipi jumbo jet 'Air Force One'ın 10 saatlik yolculukla aştığı Atlantik'ten fiber kablolar vasıtasıyla anında ulaşan haberler yolda iyice bozuldu ve asparagasa dönüştü. Mutfağı Trump Towers'da olan Posta Gazetesi, daha oylar sayılmaya başlanmadan Hillary Clinton'ı başkan ilan etti. Bu haber, bir kara mizah örneği olarak matbuat tarihine geçti.
'Vatan'da (homeland) ve tüm dünyada kanat takıp ülkesini uçuracağı iddiasıyla gelen Trump'a 'ABD derin milleti' bir şans verdi. Sadakati ve liyakati ölçmenin en iyi yollarından biri, bazen muhatabına kanat takmaktır. ABD derin milleti, Trump'ı derin devletinin ve medyasının prangalarından kurtardı ve ona kanat taktı. Şimdi dört yıllık ilk döneminde nasıl sınav verdiğine bakacak. Bu arada ABD gibi dünya da Trump'ı denemiş olacak.
ABD'deki Trump karşıtları, NASA'nın açıklamasına göre uzun yıllar sonra yarın en büyük görüntüsüne erişecek dolunayı bir uğursuzluk alameti olarak görüyor olabilirler. Ama bizim onlar gibi enseyi karartmamıza gerek yok. Trump'ın gelişi Türkiye için sanıldığından daha iyi olabilir. Bu ihtimali, bizi ilgilendiren temel mesele ekseninde, üç terör örgütüyle mücadelemiz bağlamında somutlaştırmaya çalışalım. Yazının ana amacı da bu zaten. Trump'ın gelişinin; FETÖ, DEAŞ ve PKK/PYD ile mücadelede Türkiye'ye ne getireceği... Trump'ın, belli ki kâr-zarar hesabına göre tıpkı bir CEO gibi yöneteceği ABD'nin, Türkiye'ye savaş açmış üç terör örgütüyle ilgili tasarrufları ne olur sorusunun yanıtı Ankara açısından önemli.
Zira Türkiye'nin ısrarla FETÖ, DEAŞ ve PKK'nın bağlı olduğunu savunduğu 'üst aklın' (Ki bunun kanıt olarak son örneğini 4 Kasım'da Diyarbakır'da düzenlenen terör saldırısını PKK'nın işi olduğu halde DEAŞ'ın üstlenmeye çalışmasında gördük.) Trump'ı nasıl, ne ölçüde etkileyeceği merak konusu.
FETÖ ile başlayalım: Her şeyden önce cezaevindeki yöneticilerini 'Omerta Yasası' ile susturmak için Hillary Clinton'ın kazanacağı varsayımına binaen Kasım motivasyonunu kullanan FETÖ'nün hayalleri kâbusa döndü. Tıpkı ABD medyası gibi "Trump'ın kazanacağını ancak rüyanızda görürsünüz" düşüncesindeki FETÖ'cüler, "Ne zaman isterseniz arayın, ben ABD başkanıyım" diyen bir kadının geldiği rüyalarından medet umuyorlardı. Zaten Clinton'ı, kampanyası boyunca maddi-manevi desteklemişlerdi. Sonuç, onlar açısından tam bir hayal kırıklığı oldu.
İADEYE DAHA YAKINIZ
Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki, FETÖ Lideri Fetullah Gülen'in iadesi veya Amerika Birleşik Devletleri dışına çıkarılması konusunda ABD seçimlerinden bir gün öncesine göre çok daha iyi bir noktadayız. Bu konudaki okuyucu ve izleyici yorumlarının da genelde iade olmasa bile sınır dışı etmek minvalinde olduğunu görüyoruz.
Trump'ın, zafer konuşmasında kürsüden adını anarak teşekkür ettiği emekli Korgeneral Mike Flynn'ın da ABD'nin Türkiye'yle stratejik ortaklığına halel getirmemesi gerektiği görüşünde olduğu biliniyor. Trump'ın kuracağı kabinede adı Savunma Bakanlığı için geçen Flynn, siyasi analiz sitesi The Hill için 'Müttefikimiz Türkiye Bir Krizin İçinde ve Desteğimize İhtiyacı Var' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yazısında ABD'nin, Barack Obama döneminde Türkiye'yi yeterince anlamadığını vurgulayan Flynn, "Öncelikle Türkiye'nin, ABD çıkarları açısından hayati bir ülke olduğunu anlamakla işe başlamalıyız. Türkiye, Irak ve Suriye'de terör örgütü DEAŞ'la mücadeledeki en güçlü müttefikimiz ve aynı zamanda bölgedeki istikrar kaynağı" dedi.
Makalesinde Ankara'nın 'Washington, Türkiye'nin Usame Bin Ladin'ine yataklık ediyor' düşüncesinde olduğunu belirten Flynn, "11 Eylül saldırılarından sonra Ladin'in Türkiye'de bir sayfiye kasabasındaki güzel bir villada yaşadığını duysak ne yapardık. Ona güvenli bir sığınak sağlamamalıyız. Bu krizde, gerçek dostlarımızın kimler olduğunu hatırlamak bizim için zorunlu" diye yazdı.
Flynn'ın makalesinde FETÖ konusunda "Gülen'in küresel networkü, terör ağının tehlikeli uyuyan hücre tanımına uygun işaretler içeriyor" cümlesi de yer alıyor.
Flynn gibi Trump'ın kadrosundaki diğer isimlerin de FETÖ'nün gerçek yüzünü görmesi gerekiyor. Bunun için FETÖ'nün üç kelimeye bile sığacak şifresini çözmeleri yeterli: Hizmet, ego ve acı. Hizmet diye diye kötülüğe hizmet ettiler/ediyorlar. Ve ego, elebaşı Gülen'den başlayarak örgütün genlerine sindiği için kaybettiklerinin ve acı çektiklerinin bile farkında değiller. Meşhur Altıncı His filmindeki ölü olduklarını bilmeyen ölüler gibi…
DEAŞ'LA MÜCADELEDE TÜRKİYE MODELİ
Gelelim DEAŞ konusuna… ABD basınında Trump'ın Oval Ofis'e oturur oturmaz acil dış politik sorunlarla uğraşacağı yazılmaya başlandı. Bu sorunların başında da DEAŞ'la mücadelenin geldiği belirtiliyor.
Trump, Ağustos'taki bir konuşmasında "Bu kötülüğün devam etmesine müsaade edemeyiz" demiş ve eklemişti: "Soğuk Savaş'ı kazandığımız gibi Radikal İslamcı terörizmin ideolojisini de yeneceğiz."
Mücadelesini ideolojik saiklerle yürütse de bunu yaparken işe 'İslamcı terör' kelimesini kullanmayı bırakmakla başlaması lazım. Bu ideolojik mücadeleyi, yakın geçmişte iflas eden 'Ilımlı İslam' fikrinin karşılığı FETÖ gibi 'Frankenstein'larla yapamayacağı da muhakkak. Eğer ille de sosyolojik, politik mücadele yürütecekse bunu Türkiye modelini esas alarak yapmalı. Bu da dönüp dolaşıp terörizme karşı Türkiye modeli formülüne gelmek demek.
Trump, DEAŞ'la mücadele konusunda -Türkiye'yi kast ederek- NATO üyeleri ve hatta Rusya ile 'takım ruhu' oluşturulması gerektiğine de inanıyor. İstihbarat paylaşımı ve askeri operasyonlarda birlikteliğin zorunlu olduğunu dile getiriyor. Ayrıca bu konuda İsrail, Ürdün ve Mısır gibi ABD bağlantılı ülkelerle çalışmaktan yana. Trump, Suriye Rakka ve Irak Musul'da Türkiye'ye ihtiyacı olduğunun da farkında.
Donald Trump, Obama-Clinton yönetiminin Ortadoğu politikasını şöyle resmediyor: "Onlardan önce Libya istikrarlıydı. Suriye kontrol altındaydı. Mısır, seküler bir yönetim altında ABD müttefikiydi. İran ekonomik yaptırımlarla kontrol altında tutuluyordu. IŞİD yoktu."
Bunları söyledikten sonra da bugünkü manzarayı özetliyor. Trump, kampanya sürecinde DEAŞ'la ilgili tezlerini -ABD kamuoyu için- radikal noktalara kadar götürmüş ve "Obama'ya 'DEAŞ'ın kurucusu' bile demişti. Rakibesi Hillary Clinton'ı da 'kurucu ortak' olarak nitelendirmişti.
ANA BAŞLIKLARLA TRUMP'IN DIŞ POLİTİKASI
Şu sıralar kim başa gelirse gelsin ABD'de sistem değişmez kolaycılığıyla analiz yapmak yetmiyor artık. Belki geçmişte öyleydi. Ama şimdi, tarihin bu evresinde ABD'nin gücü azaldığı için ister istemez değişiklikler olacak.
Her şeyden önce ABD, kendi iç meselelerine öncelik vereceği bir döneme giriyor. Dışarıda S.O.S. veren NATO konsepti ya dönüşecek ya da NATO'da ciddi kırılmalar olacak. NATO'nun bir buhran içinde olduğunu seçim öncesi açıklamalarında Trump'ın cümlelerinde de görmek mümkün.
NATO'nun en önemli üyelerinden Türkiye, Trump döneminin Obama dönemine göre daha iyi olacağını düşünüyor. Bununla birlikte umutlu olsak da şimdilik temkinliyiz. Seçildikten sonra Donald Trump'ı arayarak tebrik eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Temenni ederim ki, hayırlı adımların atılmasına vesile olur. Ben, şahsım, milletim adına Amerikan halkının bu tercihini hayra yormak istiyor ve başarılarla dolu bir gelecek temenni ediyorum" açıklamasını yaptı.
Başbakan Binali Yıldırım da tebrik açıklamasından sonra ilk olarak Gülen'in iadesi konusunda Trump yönetiminin Türkiye ile işbirliği yapması çağrısında bulundu.
Donald Trump'ın dış politik perspektifi, nasıl bir Türkiye siyaseti izleyeceği konusunda da ipucu veriyor. Bu perspektifi kendi açıklamalarından derledim. Trump'ın yaklaşımını bütünlüklü biçimde anlamak veya söylediklerinin ne kadarını gerçekleştireceğini kestirmek zor olsa da dış politik paradigmalarını çözmeye çalıştım. Ki bu da şimdilik yeterli.
- "NATO'yu destekleyelim, ama Rusya'ya karşı değil…" sloganıyla özetlediği bir NATO-Rusya paradigması var. Bunu da işadamı kafasıyla şöyle açıklıyor: "Eğer Ukrayna'da bir kriz varsa Avrupa'nın lider ülkeleri, mesela Almanya'nın bu işe müdahil olması gerekmez mi? Neden Almanya değil de ABD bu işi yükleniyor?"
- "Dünyanın polisi gibiyiz." Bu cümleyi sarf etmesi önemli. 1980'li yıllarda babamın çay ocağında çalıştığım dönemlerde hararetli politik tartışmalarda işittiğim 'ABD'nin, dünyanın jandarması' olduğu yönündeki görüşe benzer bir görüşü günümüzde ABD Başkanı seçilmiş birinden duymak manidar. Zamanın ruhu işte…
- Trump, bir adım daha ötesine geçiyor ve diyor ki, "ABD'nin, dünyanın polisi olmaya gücü yetmez. NATO müttefikleri de elini taşın altına sokmalı."
- Bir diğer fikri de şu: "NATO harcamalarının yüzde 73'ü bizden gidiyor. 28 NATO üyesi de üzerine düşeni yapmalı."
Bu yaklaşım terör örgütleriyle mücadelede Türkiye gibi ülkelerin daha fazla inisiyatif alması anlamına geliyor.
- "İran anlaşması gördüğüm en kötü anlaşmaydı" diyor. Irak ve Suriye'deki sorunların ABD-İran yakınlaşmasının bölgedeki hassas mezhebi ve politik dengeleri bozduğu göz önüne alınırsa bu anlaşmanın mahiyetinin Trump döneminde gözden geçirilmesi Türkiye'nin de yararına.
- Terörle mücadelede sadece NATO üyelerine değil Rusya'ya da daha fazla inisiyatif verilmesinden yana. "Bırakalım Rusya DEAŞ'ı vursun, bırakalım Ukrayna'yı Almanya savunsun" diyor. Adam Smith'in "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" cümlesinde ifadesini bulan ekonomik liberalizminin dış politik varyasyonu olarak yorumlayabilirsiniz bu cümlesini.
- Suriye'de uçuşa yasak bölge ve güvenli bölge fikrini destekliyor. Bunun, göçü önleyeceği kanaatinde. Her iki görüş de Türkiye'nin tezleri ile örtüşüyor.
ABD'NİN YENİ CEO'SU
Trump'ın, delege sayısı ve oy oranlarına bakıldığında ülkenin iç kesimlerindeki eyaletlerde, Clinton'ın ise kıyı kesimlerinde rey aldığı görülüyor. Bir başka deyişle ABD'nin 8 Kasım seçim haritası, AK Parti'nin 1 Kasım seçim zaferindeki haritayı andırıyor.
Trump, 70 yaşında başkanlık koltuğuna oturarak ABD tarihinin en yaşlı başkanı unvanını alacak. 14 Haziran 1946'da dünyaya gelen Trump, Alman asıllı Amerikalı işadamı Frederick Trump'ın torunu. Trump, emlakçı babasının da teşvikiyle gençlik yıllarından itibaren emlakçılık yaptı ve bu sektörde muazzam başarı kaydetti. Siyasi tecrübesi olmayan Trump'ın ABD'yi kâr-zarar hesabına göre kapitalist mantıkla bir CEO gibi yönetmesi bekleniyor.
Trump seçilmeden önce Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi, ama ödülü Obama gibi alamadı. İyi ki de alamadı, dünya Nobel'i peşin peşin alan Obama'yı gördü çünkü.
Daha önce iki evlilik yapan ve 2005 yılından beri Melania Trump ile evli olan Trump'ın 5 çocuğu bulunuyor.
Donald Trump ülkesini CEO mantığıyla yönetecek dedik. Elbette kabinesi ve danışmanlarını bu mantığa ikna edebildiği oranda… Metaforik deyişle belki Washington'daki Beyaz Saray kadar New York'taki Trump Tower da yeni ABD devletinin gizli tapınağı olacak. Yeni terör stratejileri Trump'ın işadamlığı döneminden kalma yaklaşımlarla belirlenecek.
CEO mantığı; FETÖ, DEAŞ ve PKK/PYD ile mücadelede Türkiye'yle birlikte hareket edilmesini zorunlu kılıyor. İlk ikisiyle mücadelede ABD ile işbirliği konusunda düne göre daha avantajlı konumdayız. Tabii ABD derin devletinin, küresel sermayenin, yani 'üst aklın' Trump'a izin vereceği ölçüde… Ya da Trump'ın kendi politikalarını uygulama konusunda ne kadar başarılı olacağına bağlı olarak…
Trump'ın PYD bağlamındaki stratejisi henüz belirsiz olsa da Türkiye'nin ABD seçimleri ile her halükârda zaman kazandığı söylenebilir. Bu arada Suriye konusundaki belirsizlik PYD'yi endişelendiriyor. PYD Lideri Salih Müslim, seçilir seçilmez endişelerini yansıtacak biçimde "Suriye'deki Amerikan stratejisinin değişmeyeceğini düşünüyoruz" dedi.
Toparlarsak… Donald Trump, Alman bir dedenin torunu olarak 'Yeni Dünya'da onca ekonomik kazançtan sonra politik zaferin de şahikasına erişti. Bir başka deyişle soyunun ettiği ABD'ye ekonomik ve politik bağlılık yemininin ailesi açısından verimli bir mahsulü. "Taç giyen baş akıllanır" ilkesi gereği bu yemini, millet-devlet diyalektiğindeki hassas dengeleri gözeterek pekiştireceği muhakkak.
Ne var ki, bunu yaparken devletinin dış ihtiraslarını, milletinin iç sorunlarına kurban etmemesi gerekiyor. Ülkesinin tarihinin umut vaat eden ilk siyahi başkanı olarak gelip Bush'tan daha kötü giden Obama'nın akıbetine uğramaması için…