Evvela anlaşalım: Sosis-patatesi küçümsemiyoruz, küçümseyemeyiz. Hem nimet diye: Kimin ne haddine... Hem de Berlin'deki sosis-patatesler bizimkileri feci sollar. Devre dışı bırakır. O plastik suratlı, ne idüğü belirsiz market sosislerini unutun. Adamların Christmas pazarlarındaki sosisleri bile (Ama yağda kızarmış değil, o yuvarlak ızgarada pişmiş olacak) pişman etmiyor. Düzgün lokantalar ise özel kasaplarına son derece karakterli sosisler yaptırıyor. Sadece ızgara edildiğinde, hatta bazen sırf haşlandığında, sossuz, hardalsız bile lezzet patlaması yaşatıyor bunlar. En on numara beş yıldız olanlarla, dünyanın en eski bira fabrikasının lokantası Weihenstephaner'de karşılaştık. Servis aksak, ortam süssüz ama mutfak sağlam. Gelelim patatese... İyi ki tutsak olmuş o kimyacı-botanikçi. İyi ki işkence etmiş Almanlar ona. Bir çeşit şerden hayır çıkma hikâyesi patatesinki. İspanyolların 16. yüzyılın ilk yarısında tanıştığı patates, ikinci yarıda diğer Avrupa ülkelerine de ulaşıyor ama uğursuz hatta zehirli olduğu düşünüldüğü için yüz verilmiyor. Patatese, o da ancak 18. yüzyılın sonlarına doğru itibarını kazandıran, Fransız askeri kimyacısı ve botanikçi Antoine-Augustin Parmentier. Yedi Yıl Savaşları sırasında tutsak düşüp üç yıl hapis yatmış. Ve Almanların patates zulmüne maruz kalmış: Yemek olarak sadece patates vermişler ona. Gel gör ki sahiden de bir tatlılık doğmuş bu fenalıktan. Hapisten çıkınca, sağlığını borçlu olduğunu düşündüğü patatesle ilgili araştırma yapmaya başlamış Parmentier. Paris'teki ekmek kıtlığı döneminde de parlatmış yıldızını. Currywurst formunda sosis refakatçisi olarak da, salata ve çorba şeklinde de hâlâ çok tüketiliyor Berlin'de. Stil sahibi restoranlardan Katz Orange'da kaz yağında kızarıyor ki of! Anthony Bourdain'in şehvetle dolaştığı Rogacki'deyse soğan ve bacon ile kavruluyor ki üç öğün yenir bıkmadan.
Market içi, muşamba üstü!
Tane tane gidelim... Anthony Bourdain'in Berlin turunda en gıdıklandığı yerlerden biri olan Rogacki, esasında bir market. Etin, balığın olağandışı hallerine meraklılar, şarküteri ve sakatat sevenler, salaştan hoşlananlar için süper bir oyun alanı. Yeşil muşambalı masalarda iki ondan, üç bundan diye atıştırılıyor da... KaDeWe'nin gurme katının daha 'fakir' olanı Rogacki ama pis bir cazibesi var. Katz Orange ise tarz sahibi bir restoran. Hayranlık uyandıran bir binada yer alıyor, sanata göz kırpan güzel bir dekorasyona sahip. Mevsiminde ve yerel ürünü önemsiyor. İliği ve kaburgası takdire şayan, 12 saat pişmiş etleri için değil bıçağa, dişe de gerek yok. Eşlikçiler arasındaki kaz yağında kızarmış patatesle füme mayonez adrenalin yükseltiyor. Bunlar varken kapuska yiyen çıkar mı? Önyargılı olmayın, çıkıyor! Yerfıstığı, lahanaya sınıf atlatmış. Kasmayan ama klasikçene restoranlardan Aigner de daha ilk aşamada ekmekle birlikte gelen kaz yağıyla sarsıyor insanı. Buranın haşlanmış dili de çok tavsiyelik, bir de ilik eşlik ediyor ona ve 'Kendi topraklarımızda da böyle tabaklar istiyoruz' dedirtiyor insana. Tam da böyle dedirten bir yer de Pauly Saal. Restoranın tadım menüsü kişi başı (içki hariç) 97 euro ama bar hesaplı. Ve buradaki karnabahar, bir efsane! Bildiğimiz karnabahar, burada bütün halinde kızarmış olarak geliyor ve aslında ne kadar basit bir fikrin, eğer parlaksa, nasıl fark yaratabildiğini gösteriyor.
Kış çorbasız geçmez
Jilet gibi kesip donduran soğukta en büyük cankurtaran çorba tabii... Sebzeli et suyundan zencefilli havuca, pancardan kestaneye, türlü çeşit çorba var. Hele Uzakdoğu'ya uzanırsanız, acıya da hayır demezseniz, ısınacağınız garanti. Kimchi Princess hep dolu bir Kore lokantası. Çorbaları gripsavar, mantıları baştan çıkarıcı, barbekü sistemiyle de bizdeki 'Kendin pişir kendin ye'cileri çağrıştırıyor. 'Prensese' adını veren 'Kimchi' ise Kore usulü acılı lahana turşusu. Ki sevgili Mehmet Barlas çok iyi yapar bunu. Japonlardan Cocola Ramen ile Kuchi en iyilerden. Buranın 'erişteli' çorbalarından içenin sırtı yere gelmez. Peru mutfağı tüm dünyayı sarmış durumda, malum. Berlin'de de en öne çıkanlardan biri Cevicheria. Evet, ceviche'nin şahıyla buluşuluyor burada.
En iyi kahveciler
Cumartesileri açılan yeme içme çarşısı Markt Halle Neun'daki ufak İtalyan fırını Sironi'nin mamulleri çok başarılı. Berlin'de halihazırda en çarpıcı sergilerden biri, Amerikalı fotoğrafçı Cindy Sherman'ınki. Sanatçının Olbrict Koleksiyonu'na ait 60 fotoğrafı, ME Collectors Room'da. Minik pastaları da birer sanat eseri... Bunların üstüne bir kahve alırsınız herhalde. Berlin'in en popüler ve en nitelikli kahvecilerinden ikisi The Barn ile Five Elephant. İlkinin cortado'su, ikincinin latte'si favorim. Deneyeceğiniz her kahve, bizdekilerle arasındaki keskin farkla hem sevindirecek, hem de üzecek!