1 TEMMUZ ÇARŞAMBA
İnsan uhrevi de yaşamalı, dünyevi de...
Geçen hafta Hüseyin Rahmi'nin dokuz yaşındayken tuttuğu ilk orucunu yazmıştık. Ninesine satmak için niyetlenmiş, dayanamayıp bozmuş, sonra da mecburen dadısıyla suç ortaklığı yaparak kazancı kırışmıştı!
Madem sevgili Hıncal Uluç sevmiş, bu defa da Refik Halid Karay'ın çocukluk Ramazan'ına bakalım (Yeni İstanbul, 26 Mart 1956):
"Çocukluğumda tutturur, beni de sahura kaldırmalarını, sahur yemeğinde bulunmamı isterdim. İftar sofralarında neler yenildiğini anlatmıştım, şimdi sahur yemeklerine geliyorum. Bu yemekler hafifinden seçilirdi. Evvela 'sövüş'; ince ince kesilmiş, ortaları pembemsi, etrafı bembeyaz çerçeveli, yüze gülen buz gibi soğuk etlere bir nebze iltifat edildikten sonra pirinçli ıspanak, ebegömeçli Amasya bamyası nevinden yumuşak, yumuşatıcı, sulu bir sebze yenilmesi mutaddı. Arkasından et veya tavuk suyuna beyaz pilav yahut beyaz peynirli makarna gelirdi. Sonuncu yemek üzüm veya uryani eriği hoşafıydı. Kaba sayılan kara erik hoşafiyle kayısı pestili ezmesi 'Koğuş' yani uşak, arabacı, seyis, bahçıvan gibi erkek hizmetkârlar sofrasına çıkardı."
"Doğrusunu isterseniz daha iftar yemeğinin hazmı tamamlanmadan tatlı uykusundan uyandırılıp sobası sönmüş veya henüz ısınmamış bir odada yapılan bu 'supe' neşeli olmazdı; lokmalar ağzımızda büyür, esnemekten çenelerimiz ağrırdı; uyku gözlerimizden akardı. Oruç tutmayanlar da tutar görünmek için sahur sofrasında isbatı vücut zorunda idiler, zira sahur yemeğini kadın erkek bir arada, aile reisinin başa geçtiği harem tarafı sofrasında yerdik; an'aneye riayet şarttı."
"Masadan kalkınca kahveler yahut ıhlamurlar getirilir, ağızlar yıkanıp dişler oğulur, bir bardak su içildikten sonra imsâk topunu beklemeden oruca niyet edilip tekrar yataklara girilirdi. Babam sabah namazını eda etmeden uyumazdı. Namazdan önce de -Mevlevi tarikatına mensup olduğundan- önce 'evrad'ını okur, arkasından 'zikr' ederdi." (...)
"Pek yakınımızda bulunan Şehzade Camii minarelerinden ve o puslu, bazan karlı kış gecesinin içinden müezzinlerin gerçekten huşu veren ezanlarını dinleyerek uykuya daldığım Ramazan sabahlarını nasıl unutabilirim? Fakat o temiz hatıralar yaşlılık hayatımın gece kulüplerinden dönüşte caz gürültüsü ile uyuduğum 'bugün'ün sabahlarını çekiştirmeğe sebep teşkil edemez. İnsan uhrevi de yaşamalı, dünyevi de!"
Doğru diyor!
2 TEMMUZ PERŞEMBE
İftar bazen manzaralı bir kadın adıdır
İftar mekânı tavsiye etmeye karşıyım; damak tadına ve bütçeye göre sonsuz seçenek var çünkü ve bir sıcak pide bazen hepsine basar! Ama bu üçü hem manzaradan hem isimden kazandı:
ADİLE: Borsa, yemek konusunda hep lezzetli, dolayısıyla da garantili. Lütfi Kırdar'ın oradaki Boğaziçi Borsa konser öncesinin değişmez durağı ama Adile Sultan Sarayı'ndaki Kandilli Borsa'nın manzarası başka bir şey. İftarda ciddi ciddi ziyafet veriyorlar; nitelik de nicelik de tepede. Tek eksik, kuşsütü yerine kuşburnu şerbeti! (Kişi başı 140 TL)
CEMİLE: Kandilli'deki Cemile Sultan Korusu'nda da manzara müthiş. Koru Restoran'da fasıl eşliğinde Beğendili Kuzu İncik, Taze Kekikli Kuzu Tandır gibi baba yemekler, ilginç çorbalar var. Hünkar Köşk Restoran döner, ızgara, barbekü ağırlıklı, zeytinyağlılar, şerbetler, tatlı büfesi de cabası. (Kişi başı 75, 80, 90 ve 100 TL alternatifleri )
DİLRUBA: Paşalimanı/ Kuzguncuk'taki Fethipaşa Korusu'ndasınız. Dilruba restoran/kafede günlere özel fiks menüler oluşturulmuş. Fiyat hesaplı, teravih namazı bahçede hafızlar tarafından kıldırılıyormuş, sahurda da açık büfe kuruluyor. (Kişi başı iftar 65 TL, sahur 33 TL)
Bu üç güzel kadın adına pozitif ayrımcılık yaptık ama Boğaz'ın Avrupa yakasındaki Huqqa, Anadolu yakasındaki Lacivert... Böyle uzar gider bu liste...
3 TEMMUZ CUMA
Bodrum kazığının da bir sınırı var!
Bodrum'dan dönerken havaalanına bırakan taksi şoförü anlattı: Bizden önceki müşterisi bir annekızmış. Anne, yana yıkıla bu kadar da kazıklanmak olur mu diye dert yanmış. Üç günde 39 bin TL hesap ödemişler çünkü!
"Bir anne-kız üç günde ne kadar yiyip içebilir ki?" dedi şoför, "İşte böyle böyle bitirdiler Bodrum'u, kaçırdılar milleti."
Kaldıkları yer, Bodrum'un en pahalı otellerinden. Belki en pahalısı. Ama internet sitesine baktığınızda fiyatları apaçık görüyorsunuz. Sonradan kazıklamıyor yani; önceden uyarıyor ve diyor ki, işine gelmezse gelme! Kız da internetten yapmış rezervasyonu; yani görmemesi, bilmemesi mümkün değil.
"Yemeklerden felaket geçirmişler" diyor taksici. Doğrudur. Ama orada da gizli, saklı yok. Menülerde fiyatlar açık seçik yazılı. Siparişi verdiğinizde üç aşağı beş yukarı nasıl bir hesap geleceğini tahmin edebilirsiniz.
Bunlar garsona güzel bir şarap açmasını söylemişler (Alnına 'enayi' yazan etiket yapıştır daha iyi!) ya da tavsiye edilene hiç fiyatını bakmadan 'he' demişler herhalde...
Üç günlük 39 bin liralık hesabı paşa paşa ödeyebilmelerinden ve şoförün verdiği tüyodan anlaşılan ("Amaaan 40 yılda bir işte yaa boşver" demiş kız annesine!) gönüllü yenen bir kazık bu. En azından kız açısından; bilerek, isteyerek. Buraya gitmek, görmek/görünmek istemiş belli ki ve kazıklamış, kerizlemiş annesini!
Bodrum, Yunan adalarıyla kıyaslanınca, bazen sahiden de saçma pahalı. Ama matruşka gibi; bir sürü farklı Bodrum çıkıyor içinden. Onca berbat edilmesine, bitmez inşaatlarına, iki aya sıkışan sezonun acısını müşteriden çıkarma zihniyetine rağmen bazı yerleriyle hâlâ çok güzel, çok çekici.
Ama bunları da es geçmemek şartıyla: İnternetten iyice bakın rakamlara. Menüde dikkatle okuyun sayıları. Yazmıyorsa ısrarla sorun fiyatını. İçtiğiniz suyun bile, aman ha, tutun hesabını. Gözü kapalı teslim olmayın kimselere...