Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ŞENGÜL BALIKSIRTI

Parasız günlerimizi hiç unutmadım

The Marmara Oteli'nin 18. katındaki suite girdiğimde telaşlı bir koşuşturma var. İki saat içinde Dolmabahçe'ye gidilecek ve sahne alınacak çünkü. Önce Mirelle Mathieu giriyor salona. Üzerinde bornozuyla... "Ah! Hoşgeldiniz. İzin verirseniz hemen hazırlanıp geliyorum." O odasına dönerken, 84 yaşındaki anne Marcelle Mathieu geliyor. Ardından da Mirelle'in eli kolu, her şeyi kızkardeşi Monique... 14 çocuk doğurmuş, 84 yaşındaki annenin kıpır kıpır halini ilgiyle izliyorum. Sonra o küçücük bedende bu hiç bitmeyen enerjisinin kaynağını soruyorum. "Ailem" diyor. Üç oğlunun hala kendisiyle birlikte yaşadığını, Mireille'in son yıllardaki bütün seyahatlerine katıldığını söylüyor. "İtalyan aileleri gibisiniz" diyorum. "Ben de İtalyan kadınlarının tipi var mı?" diyor ve kahkahalar atarak kendi küçük bedeninde iri göğüslü bir kadını tarif etmeye çalışıyor. Ve Mireille geliyor yeniden. Üzerinde siyah bir elbise... Küçük bir kız gibi eteklerini düzeltirken, "Nasıl güzel mi? Christian Lacroix'dan" diyor. Sohbetten sonra kıyafetini değiştiriyor, boynuna sarı kırmızı kaşkolu takıyor ve hep birlikte otelden ayrılıyoruz. İstikamet Dolmabahçe Sarayı... Kendisi için hazırlanan bölmede üzerini değiştiriyor, bir kimono giyiyor. Ve repertuarı incelemeye başlıyor. Zaman zaman dua ettiğini fark ediyorum. Sahneye çıkmasına 10 dakika kala kızkardeşi bir termostan sürekli ıhlamur servisi yapıyor. Ve Mireille sahneye çağrıldığında yıldızlara bakıp yürüyor. Galatasaray camiası Fransa'nın en büyük yıldızını alkışlıyor. 1 saatlik konserin ardından ise yine Dolmabahçe Sarayı'nda bir yemek masasının etrafında buluşuyor, Mathieu ailesinin zorluklarla geçen yaşamını, aralarındaki bağlılığı, Mireille'in kariyerini, hiç değişmeyen tipini, aşkı, parayı konuşuyoruz...

İnternet sitesinin açılış sayfasında iki tanımlama var onunla ilgili: Made in France ve Chanteuse au Monde... Daha ne söylenebilir ki... O bir anlamda Fransa demek... (Çok önemli bir simge.) Ve o bütün bir dünya demek, dünyanın şarkıcısı demek... 15 yaşında başladığı müzikal kariyerinde adım adım zirveye çıkan ve tüm dünyada tanınan, 40 yıl boyunca 122 milyon plağı satılan, dünyanın dört bir yanında, onlarca değişik dilde plakları çıkan, Fransa'nın eskimeyen yüzü Mireille Mathieu ile konser öncesi otelde başlayan sohbetimiz konser sonrasında da devam ediyor. Ve ben gece boyunca onu gözlemleme imkanı buluyorum. Konser bittikten sonra yemeğini kaldığı otelde değil, Dolmabahçe'de yemeyi tercih etmiş. Balık ve bir kadeh kırmızı şarap istiyor. Masaya yan yana oturduğumuzda yüzünü dikkatle inceliyorum... 60'lı yaşlarına birkaç yıl kalmış ama nasıl duru bir güzellik anlatamam... Konser öncesinde çevresine neredeyse sabit bakışlarla bakan Mireille'in sahneden indikten sonra rahatladığını, profesyonelliğine rağmen sahneye çıkarken hala nasıl büyük bir heyecan yaşadığını gözlerimle görüyorum. "Sizin şarkılarınızı dinlemeye başladığımda ben küçücük bir kızdım. O zaman da aynıydınız. Şimdi de aynısınız" diyorum... Bu iltifata çok alışkın olduğu kahkahalarından belli. "Her gün, çevremdeki herkesten bu sözü duyuyorum. Ama inanın benim için güzellik o kadar da önemli değil" diyor. Peki ya o hiç değişmeyen saçları. İnsan sıkılmaz mı kendinden, kendi görüntüsünden? "Benim için şekilcilik önemli değil. Dolayısıyla kendimde değişikliğe ihtiyaç duymuyorum. Saçlarım hep aynı çünkü ben tenimin altında bunu hissediyorum. Yani moda akımlar bana göre değil." Erkan Özerman söze karışıyor. "Bütün büyük yıldızların böyle tarzları vardır" diyor. Mireille de Doğru söylüyorsun. Gilbert Becaud'nun da mavi üzerine beyaz puanlı kravatları vardı. Ve her televizyon programına öyle çıkardı" diyor. Birlikte olduğum saatler boyunca Mireille'in annesine ve tabii ki bütün ailesine olan düşkünlüğünü izledim. Her an; repertuara çalışırken, sahneye çıkarken "Maman, maman" diyerek annesini arıyor, yanında istiyor. Bana dönerek "Hayat öykümü kitap haline getirdim. Biliyor musunuz? Okuma olanağınız oldu mu" diye soruyor. "Hayır kitabı okumadım ama sizi yıllardır izliyorum" diyorum. Üç dilde basılmış ve best seller olmuş kitabını imzalayıp bana göndereceğini, hayatını bütün ayrıntılarıyla yazdığını söylüyor. İstanbul'da geçirdiği 48 saatlik zaman diliminde 31 yıl geciken bir buluşma yaşamış. "Kimdi o?" diyorum. "Bir gün Erkan bana 'senin şarkını Türkçe sözlerle okuyan Ayten Alpman ile seni bir araya getirmek ve bu şarkıyı birlikte söylemenizi istiyorum' dedi. O zaman mümkün olmadı. 31 yıl sonra La Maison'da Ayten Alpman ile yanyana geldik ve o şarkıyı (Bir Başkadır Benim Memleketim) okuduk. Ve bu gece bu şarkıyı bunun için Erkan Özerman'a ithaf ettim." 14 KARDEŞİN EN BÜYÜĞÜ Gelelim ailenin öyküsüne ve Mireille'in çocukluk günlerine... Baba Roger Mathieu mezar oymacısı... 14 çocuk doğuyor art arda. Mireille en büyükleri... Mathieu ailesinin yaşamının karşılığı şu iki sözcük: Yokluk ve yoksunluk... Mireille'in çocukluk yılları çok zor şartlar altında geçiyor. Aile suyu ve banyosu olmayan bir küçük kulübede yaşıyor. Ve kaderleri nihayet Mireille'in şöhreti ile birlikte değişmeye başlıyor. "Aile sizin için ne ifade ediyor?" diyorum... Annesine sarılıyor, yanağına bir öpücük konduruyor ve "Benim için hayatta iki önemli şey var. İşim ve ailem" diyor. Ve sonra o zor yılları anlatmaya başlıyor: "14 kardeştik. Babam hepimize yetmeye çalışıyordu ama bunu başarması mümkün değildi. Babamın en büyük hayali şarkıcı olmakmış. Ve hep şunu söylerdi: 'Çok çocuğum var. Umarım ve dilerim biri günün birinde şarkıcı olur ve benim hayalimi gerçek kılar.' Babamın hayalini gerçek kılabildiğim için çok mutluyum."

* Niçin seyahatlerinize ailece çıkıyorsunuz?
"Bu da bir şey mi?" diyor annesiyle kızkardeşini göstererek... "Biz öyle büyük bir aileyiz ki, özel günlerde bir araya geldiğimizde 40 kişi oluyoruz. Kardeşlerim, eşleri ve yeğenlerimle birlikte olmayı çok seviyorum."

* Yoksul çocukluk günlerinden sonra para sizin için ne ifade ediyor?
"Para asla umurumda değil. Hiçbir zaman amacım olmadı. Benim için önemli olan iç güzellikler. Şu avizeye bakarken (tavandaki muhteşem avizeyi gösteriyor) kendimi o kadar mutlu hissediyorum ki. Önemli olan insanın çevresindeki güzellikleri görebilmesi. Ben bunları görebiliyorum ve mutlu oluyorum. Burada, büyüleyici bir sarayda oturuyorum şu anda. Bunun mutluluğunu hissedebiliyorsam bundan daha büyük bir zenginlik yok diye düşünüyorum."

* Peki ya anneniz?
"O inanılmaz bir kadın. Benim en büyük aşkım. Nasıl bir hayattan geldiğini tahmin edemezsiniz. Çocukken yaşadıklarımızı hatırladığım zaman aklıma en çok annemin fedakarlıkları geliyor. Bir kulübeydi yaşadığımız yer. Yağmurda evin içine sular akardı. Evimizin içinde su yoktu. Dışarıdaki kuyudan su çeker, eve taşırdık. 14 çocuğun yıkanacak çamaşırlarını düşünebiliyor musunuz? Hepsini elde yıkardık. Kışın buz olurdu. Buzları kırar, o kırık tabakaların arasından elimizi sokar ve suyu öyle alırdık. 15 yaşımdan sonra başka bir eve taşındık ve ben bir banyoyu ilk kez o evde gördüm. Annem çok büyük zorluklar yaşadı. Onu mutlu etmek benim görevim. Çünkü o bizi her zaman çok mutlu etti." Ailenin o zor ve yoksul günleri hiç saklamadan anlatmaları dikkatimi çekiyor. (Oysa geçmişi unutmak, reddetmek pek çokları için ne kadar kolaydır.) Mireille konuşurken annesi ve kızkardeşi de söze katılıyor ve onlar da o yılları anlatıyor. Anne 14 çocuğun çamaşırını elde nasıl yıkadığını tarif ederek anlatıyor.

TÜRK HALILARI VAR
* Peki bugün... Bugün yaşadığınız ev Paris'in Neuilly semtinde, bir malikane. O büyük evde yaşam nasıl?
Burada anne söze karışıyor ve diyor ki; "Şimdi her şey çok kolay. Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi var. Hizmetçi var, aşçı var." Mireille ise gülerek, "Bizi hiçbir şey hiçbir şekilde değiştirmedi." diyor. Bu muhteşem evin salonunun zeminini 20 yıl önce Kapalıçarşı'dan alınmış iki büyük ipek halının süslediğini de söylüyor.

* Güzelliğiniz... Yıllara meydan okuyorsunuz. Nasıl oluyor bu?
İşte hanımlara en güzel ipuçları... Elini yüzünde dolaştırıyor ve anlatmaya başlıyor: "Benim konumumda bir insanın çok farklı yaşadığı sanılır ama öyle değil. Benim için kurallar çok önemli. İşimden dolayı çok yoğunum ama çok da düzenliyim. Cildimi soruyorsanız size en büyük sırrımı vereyim: Asla güneşlenmem. Bol bol su içerim. Alkol kullanmam. Dini inançlarım çok güçlü ve bu da bana büyük bir iç huzuru veriyor. Sanırım bu da yüzüme yansıyor. Ayrıca çok az uyurum. Günde dört saat. Ve kırmızı et yemiyorum. Beslenme düzenim daha çok sebze ve meyve ağırlıklı. Şayet söylediğiniz gibi güzelsem, sanırım benim reçetem bu." Peki niçin hiç evlenmedi? Annesi ve kızkardeşine bakarak, "Kendimi hiçbir zaman yalnız hissetmedim. Çünkü çok büyük bir ailem var. Onların sevgisi beni başka arayışlara yönlendirmedi" diyor. Saat 01.30'u gösterirken toparlanmaya başlıyoruz. Ama o saatte canı peynir istiyor. Ve hazırlanan peynir tabağını da bir peçeteye sarıp otele götürmek üzere yanına alıyor. Bana dönerek "Türkiye'den Paris'e dönerken Isparta'nın meşhur gülsuyunu götürmek istedim. Cilt için çok faydalı olduğunu öğrendim. Ama alışverişe çıkacak zamanım yoktu. Dostlarım sonra gönderecek." Odadan ayrılırken Galatasaraylılar'ın verdiği kocaman bir buket çiçeği de almaları için sürekli olarak yardımcılarına talimat veriyor. "Ne yapacaksınız?" diyorum. Verdiği yanıt beni de odadakileri de şaşırtıyor. "Öyle güzeller ki... Yarın Paris'e uçarken yanıma alacağım çiçekleri. Salonumdaki vazoda çok güzel dururlar. Onlara baktıkça İstanbul'u ve burada yaşadığım güzellikleri hatırlayacağım." Sahnedeki o dev kadın, annesinin koluna giriyor, onu arabaya götürüyor, binmesine yardımcı oluyor. Belki de annesinin hiç büyümeyen kızı o. Ve belki de onun için 40 yıldır hala Mireille...

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA