Bu dönemde sabitlemesi en zor şey hiç kuşkusuz akıl sağlığı. Bir türlü aynı kıvamda durmuyor meret.
Misal kendimden biliyorum, bir güne enerjik başlıyorum, şükürlerden demetler sunuyorum, 'iyi ki'leri peş peşe diziyorum, gülücükler dağıtıyorum, planlar yapıyorum, hayaller kuruyorum.
Ertesi gün, yok yok! ertesi gün bile değil, yine aynı gün umutsuzluğun dibine vuruyorum.
Her şeyden nefret geliyor. Herkesi tokatlamak istiyorum. Nereye bilmiyorum ama çekip gitmek istiyorum. Küsüyorum, kızıyorum, çaresiz hissediyorum. Sonra sağda solda insanı motive eden, haydi yürü yavrum başarırsın temalı cümleler okuyorum. Gaza geliyorum. Bu böyle sürüp gidiyor, akıl sağlığım da sürünüp gidiyor. Bir öyle, bir böyle manyaklaşıyorum. Herkes öyle.
Şimdi yani bu gönül istemez mi gırgırı şamatası bol bir pazar yazısı patlatmak. İster tabii. Dünya fani, ölüm ani.
Yukarıdaki 'çaresizlik' kelimesine kanca atıp, açmak istersek eğer insanoğlunun başına gelen en kötü duygulardan biri olduğunu söylemeden geçmek istemem. Çaresizsin işte, sizsin, acizsin, olanların ardından iz bile değilsin, izinsizsin.
Bu dönemde tutturması en zor şey de 'ortak nokta'. Bir türlü buluşamıyoruz. Ne sevgilimizle, ne arkadaşımızla, ne en yakınımızla, ne en uzağımızla. Ortak vicdan, ortak saygı, ortak ahlak, ortak ayıp kriterlerinden yoksunuz. Taban- tavan diye bi'şey yok.
Karşındaki "Bana göre böyle, yersen" çekip devam ediyor. Sen de olduğun yerde saçını başını yoluyorsun.
Çalışıyor olabilirsin, her sabah işe gidiyor olabilirsin, ajandan kabarık olabilir, para da kazanabilirsin, çok şükür her bi'şeyin de olabilir. Peki bu içteki boşluğu ve onu takiben zuhur eden işe yaramazlık hissini ne yapacağız?
Bize kendimizi iyi hissettiren, birilerine az da olsa yardımımızın dokunabildiğine inandığımız işler yapsak ne güzel olur.
Boşluklar nasıl da dolar.
Geçenlerde bir arkadaşıma rastladım. Hal hatır sorma seansında sıra ilişkilere geldi. Hani gelir ya, gelince de âdetten sorarsın ya; "Eee mutlu musun, nasıl gidiyor?" Sordum tabii.
"Bilmem, bazen mutlu gibiyim, bazı sabahlar uyandığımda 'Ben ne yapıyorum, âşık değilim, içim kıpır kıpır etmiyor' diye düşünüyorum, sonra devam ediyorum" dedi.
"E demek ki aradığın insan o değil, niçin zorluyorsun?" diye bir daha sordum.
"Çok düzgün biri, birbirimize uygunuz, kâğıt üstünde iyiyiz" dedi. Ben de içimden "Düzgün hep üzgün" dedim, ses etmedim. Sonra duydum ki evleniyorlarmış. Kendilerine haksızlık ediyorlarmış.
Kimse olması gerekenler, ideal görünenler üzerine hayatlar kurmasa, bunu marifet saymasa ne iyi olur. Başka versiyonda dertler derya olur, yazık olur.
Bakın ünlüler arasında boks modası başlamış. Pilateste gerindiler gerindiler, biraz da gerildiler şimdi yumruklama zamanı. Acaba rüzgâra kapılıp üç beş yumruk, tekme biz de mi sallasak da rahatlasak. Hadi iyi pazarlar. Bir öyle, bir böyle. Yapacak bi'şey yok. Delirip gidiyoruz işte.