Siyah, kırmızı, kahverengi... ince, cep büyüklüğünde, A4 tabir edilen biçimde, kalın, çizgili, çizgisiz, ajandalı, haritalı, belirsiz...
Bir sürü defterim var. Evin türlü türlü yerlerinde bekliyorlar. Bazen o içinde bir şey ararken kendimi bile kaybettiğim koca çantalarımdan ceeee yapıp beni şaşırtıyorlar.
Aaa burada kalmış iyi mi?
Kitapları, isimleri kaydetmişim, fal baktırmışım 'ille de olacak' sanmışım. Şarkı söz- lerim var o defterlerde, gittiğim şehirlerde düşündüklerim de... Özlediklerim var, listelerim var...
Alışveriş listesi de yapılacaklar listesi de yazılacaklar listesi de atılacaklar listesi de...
Daldan dala benim defterlerim.
Söylemek isteyip de beceremediklerim, yarım bıraktıklarım, kararlarım, beğendiklerim, kulağıma küpe ettiklerim, beceriksizlik ürünü çizimlerim.
Defterlerimiz, kalemlerimiz, kalpten diyeceklerimiz, göz göze gelmelerimiz vardı bizim.
'Parolanızı giriniz, kendinizden gidiniz' dünyasındayız şimdi.
Geçen pazar arkadaşlarımla kahvaltıdayız. Kim bilir hangimiz ne diyardayız. Ben diyorum geç kahvaltı, siz deyin 'brunch', o havadayız.
Hastayız bence hastayız.
Telefon hastası. Bu telefonlar o kadar akıllı ki aklımızı aldılar sanki. Bir saniye bırakmaya gelmiyor eşi dostu. İlişkilerimiz iphone tostu. 3G yengen.
Aynı masanın etrafındayız ama esasen Twitter, Facebook, Instagram'dayız. Üşenme gir bak sosyal medyaya hepimiz çok meşgul, çok mutlu, çok gezgin, çok neşeli, çok orada buradayız.
Kahvaltıya mı geldik, yemeyelim! hayydiii selfie, önce selfie. Sporda mıyız, terlemeyeyim! Poz verelim.
Aylardır beklediğin konseri izlemek mi? Saçmalama! Önce cümle âleme bildirelim.
Yakında 'sabah duş keyfi', 'sevgiliyle seks keyfi' gibisine fotoğraflar göreceğiz diye ürküyorum.
Neyse kahvaltıya dönelim. Bir kitap var elimde, az önce alınmış. Merak edip sayfalarını karıştırıyorum. Çok da hoşuma gitti, o bölümü bitirmek istiyorum.
Elinden telefonunu düşürmeyen arkadaşım dönüp "Ayşe sen de kahvaltıya geldin kitap okuyorsun" fırçası çekti.
Kitap okuduğun için kınanmak çok sert vallahi.
E sen ne yapıyorsun canım?
Sabahtan beri boynun bükük, omuzların düşük, ellerin telaşlı, telefonuna gömüksün. Sosyal medyada fotoğraf paylaşmaktan, hangi filtre yaşayamadığın anını daha havalı gösterecek diye iki lokma yiyemedin. Bir göz göze gelemedik, gülemedik, dertleşemedik farkında mısın canım ciğerim. Hem kahvaltıda gazete okunuyor da kitap neden okunmasın?
Senin sosyal medyan benim kitabımdan daha mı geçerlidir artık? Daha mı havalıdır? Daha mı kabul edilebilirdir?
Belki de evet, artık öyledir.
Bu konuşmadan on dakika sonra tuvalete gidip geliyorum. Beş kişinin beşi de telefonunda. Lafı çakıyorum tabii; "Eee herkes telefonuyla mutlu mu arkadaşlar?"
Gülüyorlar. Ben de gülüyorum. Zaten artık her şeye gülüyorum.
Hayatımızdan o kadar memnuniyetsiziz ki, o kadar olmak istemediğimiz bir ajandanın oyuncusuyuz ki, o kadar esas olandan uzağız ki ben hiç bu kadar sıkıldığımızı, acıdan kıvrandığımızı ve tepeden tırnağa bu derece sanallaştığımızı hatırlamıyorum.
Eee söyle o zaman dostum. Sor kendine. Ver cevabını.
Ya sen, sen telefonunla mutlu musun?
Ben defterlerimi özledim de...