Yok ben hata yaptım! Kendimi yalnız sandım. Korkarım yalnızlığı biraz karıştırdım ve ben, o gece hiç de yalnız olmadığımı anladım.
Şimdi yeni bir güne gözümü açtım ve defalarca sayıkladım; "Ben çok şanslıyım... Çok şanslıyım..."
Peki sorarım size sevgili okur; ne zaman şanslıdır insan? Piyango vurduğu zaman mı?
Ne zaman inanır varlığının bir şeylere değer olduğuna? Ne zaman daha çok sever kendini? Rütbesi arttığı zaman mı? Kocaman ödülleri topladığı zaman mı?
Babam ve Hıncal...
Peki şu hayata ne zaman şapka çıkarıp ne zaman saygıyla eğilir o muhteşem düzenin önünde? Ölümle burun buruna geldiği zaman mı?
Hayır, hayır! Bütün bu sorulara sadece tek bir cevap verilebilir; Yanında gerçek dostları olduğu zaman tabii ki...
Bir kere daha fark ediyorum ki başarının, yeni bir yola çıkmanın, yaşamanın, hayatımızdaki her şeyin anlamı sadece paylaştıkça çoğalıyor. İnsanın dostları, gerçekten sevenleri, ona inananları olduğu zaman üç günlük dünya anlam kazanıyor.
İyi de bütün bunları niçin yazıyorum? Pazartesi akşamı albümüm 'Ayşe Özyılmazel'i kutlamak için en sevdiğim restoranlardan Pastarito'da küçük bir parti verdim. Albümde emeği geçenler, ailem ve en yakın dostlarım geldi. Albümlere, yazılara, işlere paha biçilebilirdi ama böyle bir geceye asla! Ne çok sevmişler beni, nasıl sevinmişler benim adıma.
Yediğimiz içtiğimiz bize kalsın da ben başka bir şeyden daha bahsetmek istiyorum şimdi. Ucundan azıcık da olsa yazmak istiyorum hayatımın erkeklerini.
Önce babam: O benim ilk aşkım, o bana muhteşem bir çocukluk yaşatan, içime müzik katan, beni görünce gözleri dolan adam. Babası yanındayken hiçbir şeyden korkmuyor değil mi insan?
Sonra Mert Ekren: Bebeklik arkadaşım, oldu yol arkadaşım. "Kadınla erkek arkadaş olamaz" diyenlere selam olsun, bizimkisi arkadaşlık değil kardeşlik.
Hıncal: O bana gerçekten ilk inanan erkek. Kızar, haftalık fırçasını çekmeden duramaz ama bir o kadar da çok sever beni, bilirim. Bu dünyada bir tek o beni anlar onu da çok iyi bilir, laflarını kulağıma küpe ederim.
Yılmaz Erdoğan: 'Önermen olsun' der başka da bir şey demez. Hem hayatta, hem şarkılarda, hem de yazılarda önermen olunca bir şey oluyorsun ya, ondan. Bir de bana "Çok soru sorma" der, işte o imkânsız. Hem hayat güzeldir yeterince soru sorup Yılmaz'dan cevap alınca yani.
Yalın, Kenan, Serdar
Necati Abim: Google'a 'abi' yaz, karşına Necati Abi çıksın. Dünyada var mı daha iyi bir insan, var mı daha iyi bir yol gösterici? Sanmam!
Yalın: 'Küçücüğüm'le tanıştık onunla, küçücük tanışmamız bugün oldu kocaman bir arkadaşlık. Hâlâ kafam basmıyor, o harika şarkıları nasıl yazıyor. Onun içinde bambaşka bir adam yatıyor. O hep bana "yola devam" diyor.
Kenan Doğulu: Kendimi bildim bileli hayatımdadır o. Bi sarıldı mı bütün eşyaları ayaklandırır o. Elimi sımsıkı tutup güç verendir o.
Serdar Ortaç: Onu da çooook eskiden tanırım, sessiz ama derinden bir arkadaşlıktır bizimkisi. Sıkıntılı durup da tüm Türkiye'yi oynatmayı becerendir kendisi. Dışarıdan herkese yabancı gibi içinde kocaman kalplidir kendisi.
Ve İstanbul Gelişim erkekleri: Garo Mafyan, Uğur Başar, Asım Ekren, Atilla Özdemiroğlu... Herkesin bir, benim beş tane babam var. Daha ne diyebilirim ki.
Söylesenize bu erkekler benim yanımdayken, beni bağırlarına basmışken ben nasıl mutlu olmayabilirim ki?
Bunca dost, bunca arkadaş, bunca güzel bakan göz varken ben nasıl yalnız olabilirim ki.
Hadi siz de bakın etrafınıza, çıkın umutsuzluktan, mutsuzluktan. Bırakın eksik hissetmeyi kendinizi. Sizin de vardır sizi siz yapan kadınlarınız, erkekleriniz değil mi? Sadece bakmayı bilmeli.