Önce 14-28 Mayıs 2023, sonra da 31 Mart 2024 seçimleri mevcut bütün partileri istemeseler de "değişime" zorladı.
Milletin mesajı sertti ve birçok siyasi parti ile aktör deyim yerindeyse siyaset sahnesinden silindi. Ana muhalefet partisi CHP, süreci değişimin getirdiği seçim başarısıyla devam ettirirken, bütün gözler son 22 yılda 17 seçim kazanan ama son yerel seçimde ilk kez ikinci parti olan AK Parti'ye çevrildi.
AK Parti ne yapacaktı?
Bu soruya daha seçimin hemen ertesinde, 2 Nisan 2024'te Başkan Erdoğan, "kibir hastalığı" teşhisi koyarak cesur bir cevap verdi:
"Buradan başlayarak; il, ilçe, belde teşkilatlarına, belediye başkanlarımıza, milletvekillerimize, hatta bürokrasiye uzanan bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Oysa milletin sinesinden doğmuş bir siyasi partinin en büyük düşmanı vatandaşla arasına duvarlar örmesidir. Hangi konumda olursa olsun bu partide hiç kimsenin 'layüsel' olmadığını milletimize göstereceğiz."
Aynı konuşmadaki şu tespitleri de vurucuydu: "Nerede bir eksik, hata, kasıt veya ihanet varsa, üzerine gitmek boynumuzun borcudur."
En son 14 Mayıs 2024'te yapılan il başkanları toplantısında "sivil siyasete" ilişkin yaptığı şu değerlendirme de tarihiydi:
"Sivil siyaseti güçlendiren her sonuç, Türk demokrasisinin istikbali adına eşsiz bir başarıdır."
Tespitler tek tek açıldığında ortaya nasıl bir sonuç çıkacağı henüz bilinmiyor. Ortada hafife alınmayacak, teşkilatlardan bürokrasiye her alanı kapsayan, "sıkıntı"dan, "partiyle millet arasına örülen duvarlar"dan "kasıt ve ihanet"e uzanan ağır tespitler var.
Kasıt ve ihanetin gereğinin nasıl yapılacağını göreceğiz ama bu tespitlerde birbiriyle ilişkili iki unsur çok daha önemli. "Bürokrasi ve partiyle millet arasına örülen duvarlar" meselesinden söz ediyorum... Bu iki mesele AK Parti'nin varoluşuyla çelişkili olduğu gibi yerel seçimleri kaybetmesinde, önde görünen hayat pahalılığı, emekliler meselesi ve aday seçimindeki yanlışlıklardan çok daha etkili ve hafızalara nüksetmiş durumda. Bir anlamda genel seçimlerde koymak istemediği ama biriktirdiği tepkiyi yerel seçimlerde ortaya koydu.
Bunu hızlandıran da devlet hizmetlerinde ve parti-millet ilişkisinde "bürokrasi"nin daha hissedilir olmasıydı.
Toplumda hem devlet hem de partide güçlü bir "bürokratik oligarşi" algısı var ki, bu yapılan bütün "iyi" işleri bile algının gölgesinde bırakıyor.
Bürokrasiyi de iyi bilen eski AK Parti Milletvekili Adnan Boynukara, "İktidarın bürokrasiyle imtihanı" yazısında, "Hukuk ve mevzuat işletilmediği zaman"a dikkat çekerek şöyle diyor:
"Bu ise bürokrasinin keyif ve haz aldığı alandır. Vatandaşın hakkı olan küçük bir konu dahi çözülmez, büyük bir meseleye dönüştürülür ve inisiyatifin devreye girmesi beklenir. İnisiyatif devreye girdiği zaman ise bürokrasinin kurmuş olduğu tuzağa düşülür ve bürokrasi 'egemenlik' alanını genişletir. Bunun için ise 'Aslında konu zor, ama biri arasın o zaman çözmeye çalışırız' derler. Sonuç olarak kısa bir sürede bu tutum, bir 'geleneğe' dönüşür."
Devlet bürokrasisiyle ilgili bu algının aynısı parti için de geçerli. Özellikle parti içindeki bu negatif havayı dağıtmak ister radikal ister tedrici olsun sadece birkaç adamın değişmesiyle değil, "yeni bir siyasi ruh"la mümkün. Bu ruhun dalga dalga kitlelere yayılmasını ve havanın değişmesini de, partiyi bu noktaya taşıyan sorumluların adlarını listelerde görmemeleri değil, "Ben başaramadım" diyerek gönüllü çekilmeleri hızlandırır ve iyi bir başlangıç olur.