Filistinlilerin İsrail işgaline karşı isyanları neredeyse 100 yıldır sürüyor.
İsrail, Henry Kissinger'in deyimiyle "ABD'nin kahyası olduğu Vestfalya uluslararası sistem"in onayıyla kurulan ve korunan "işgalci" bir devlettir. Yıllar içinde işgali genişledikçe terörü ve zulmü de arttı. Kimse de dur demedi, diyemedi. 70'li yıllarda Filistin Kurtuluş Örgütü'nün küresel eylemleri meseleyi dünya gündemine taşısa da dünya halklarının sahiplenmesine yol açacak kadar etkili olamadı. Gelmiş geçmiş en etkili 68 kuşağı eylemleri de İsrail'i ve arkasındaki ABD'yi durdurmaya yetmedi.
Nihayet ilk kez Hamas'ın 7 Ekim'de "Demir Kubbe"yi delip geçen saldırısı, küresel İsrail korumasını da yerle bir eden bir işaret fişeğine dönüştü ki ilk kez işgalci İsrail'in ve arkasındaki ABD'nin vahşi yüzü açığa çıktı. Gazze'yi vahşice yakıp yıktılar, çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden 40 bine yakın insanı katlettiler.
Sandılar ki kimsenin sesi çıkmayacak. Ama öyle olmadı, İrlanda'dan İspanya'ya, Türkiye'den Brezilya'ya dünya halklara ayağa kalktı. Bu küresel vicdan isyanına, aralarında Harvard ve MIT gibi ABD'nin ünlü üniversitelerinin de bulunduğu birçok üniversitede okuyan ve yıllarca toplumsal sorunlarla ilgilenmez diye bakılan Z kuşağı gençler de katıldı. İlk başlarda Siyonist güç odaklarının sert baskısıyla karşılaştılar. Fikir özgürlüğünün simgesi üniversitelerin yöneticileri görevden alındı, öğrencilerin bursları kesildi.
Ama yeni nesil sivil dalga durmadı, durduramadılar. Gençler, dedeleri 68 kuşağını aratmayacak bir kararlılıkla ABD'den İngiltere'ye Almanya'dan Fransa'ya emperyalist merkezlerini sarsan ve "pes etmeyeceğiz" diyerek onları aşan bir direnişe imza atıyor.
Dünden bugüne uzanan bu direniş bağını sevgili Orhan Miroğlu, Filistinli Edvard Said'i ve direnişte yer alan kızını hatırlatarak kuruyor:
"Amerikan Üniversiteleri yarım asır sonra da olsa ayağa kalkmış Gazze için ses veriyor ve aslına bakarsanız Filistinli Edward Said'in yolunda yürüdüğünü bütün dünyaya göstermiş oluyor. Baba kız Saidler, Edward ve Najla. Najla Filistin için ABD'de başlayan gösterilerin bugün aktif katılımcısı. Babasının yolunda. Edward Said 70'li yıllarda Batı'daki akademi dünyasını ve entelektüel camiayı eleştirirken, '...Filistin terörü ve ölçüsüzlüğünü uzun uzadıya eleştirmeye pek düşkün olan Batı'da, oportünizm sizin de Filistinlileri bir güzel kınayıp İsrail demokrasisine övgüler düzmenizi gerektirir. Sonra da barış hakkında birkaç güzel laf etmeniz de şık olur!' diyor, ikiyüzlülüğü teşhir ediyor ve entelektüel sorumluluğun ise Filistin'e özgürlük fikrini savunmaktan geçtiğini hatırlatıyordu."
Küresel dünya yeni bir dönemin eşiğinde...
Gazze'deki insanlık dramına tepki, artık giderek dünyayı savaş ve kaosa sürükleyen emperyalist sisteme ve onun kurumlarına karşı bir başkaldırıya dönüşüyor. Bu genç dalgayı ne uçak gemileri ne F-35'ler ne de faşist Netanyahu'ların azgın saldırıları durdurabilir.
Vicdan sahibi halklar ve yeni gençler, eylemleriyle dünyanın birden de beşten de büyük olduğunu gösteriyor.
***
İKİ KEZ İSTENMEYEN ADAM OLMAK
Siyasi tarihimizde vesayet sisteminin ve onun koruyucu meleği besleme basının hışmına uğramayan siyasetçi yok gibi. Eleştiri değil itibarsızlaştırmadan, saldırıdan söz ediyorum. İdam edilen Adnan Menderes'ten Demirel'e, Özal'dan Ecevit'e Erbakan'dan Erdoğan'a hepsi o saldırılardan nasibini aldı. Bu isimlere son yıllarda iki sim daha katıldı; Berat Albayrak ve Süleyman Soylu... Bu iki isim de hem bakanlık dönemlerinde hem de ayrıldıklarından sonra hiç gündemden inmedi.
İşin eleştiri boyutunu aştığı, açık saldırıya dönüştüğü de herkesin malumu. Bunun son örneği bakanlık yaptığı 7 yıl boyunca terör ve organize suç örgütlerine karşı en sert mücadeleyi yürüten Soylu'ya yöneltilen akıl almaz suçlamalar oldu. Sabah akşam TV'lerde tartışıldı, köşelerde yazıldı. Uzun süre susan Soylu, bir süre önce GDH TV'de Cüneyt Polat'a konuştu ve birçok soruya cevap verdi. Merak edenler internette bulabilir. Ama şu; "Bu kadar sizi konuşulur kılan şey ne? Neden, Süleyman Soylu bu kadar çok konuşuluyor?" sorusuna verdiği cevap esas meselenin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor:
"Bir siyasetçi dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, iki kez Amerika'nın istenmeyen adam listesine girmişse elbette konuşulur."
Bu cevap bana 2 binli yılların başında Irak operasyonuna itiraz eden rahmetli Bülent Ecevit'in söylediklerini hatırlattı:
"İçeriden ve dışarıdan gelen çok değişik etkiler, köşe yazarlarından birçoğunun sistematik bir şekilde bizi halkın gözünde yıpratmaları, büyük basının bu konuda öncülük yapması... Bunu gördük, yani olağanüstü olaylar, baskılar ve tertipler karşısında kaldık."