Türkiye, dün yüzyıllara uzanan bir tabunun nasıl yıkıldığına şahit oldu. 1950'den bu yana, dışa bağımlı, içeride de bürokratik statükocu yapının etken olduğu ve içe kapanan, sorunlarıyla yüzleşemeyen bir Türkiye vardı. Nihayet son 20 yılda bunun yerini, başta dindarların, Kürtlerin ve Alevilerin sorunu olmak üzere tüm sorunlarıyla tek tek yüzleşen bir Türkiye aldı.
Başkan Erdoğan ve partisi, iktidarın üçüncü yılından itibaren ertelenmiş, üstü örtülmüş hatta kangrene dönüşmüş her sorunu masaya yatırdı ve toplumun tartışmasını sağladı.
Bunları yaparken de hem içeriden hem de dışarıdan saldırılara uğradı, sınamalardan geçti. Partisi kapatılmak, kendisi de rahmetli Menderes'in akıbetiyle tehdit edilip, darbelere maruz kaldı. Ama bütün bu saldırılara, kuşatmalara rağmen geri adım atmadı. Tartışarak, konuşarak, önyargıları kırarak toplumu hazırladı ve içselleştirmesini sağladı. Toplum da en büyük desteği verdi.
Başörtüsü ve Kürt meselesini çok güçlü bir toplumsal destekle böyle çözüm noktasına taşıdı. Benzer bir süreç, 2-4 Haziran 2009'da yapılan ilk çalıştaydan sonra Alevi-Bektaşi meselesinde de izlendi. O günden bu yana, mesele enine boyuna tartışıldı ve 2018'e gelindiğinde de somut adımlar atıldı.
Önce Cumhurbaşkanlığı, İçişleri ve Kültür Bakanlığı birlikteliğiyle cemevleri ve dergahların fiziki altyapı ihtiyaçları tespit edilip karşılanmaya başlandı.
Dün de Başkan Erdoğan bu süreci, tarihi bir adımla taçlandırarak statü meselesine son noktayı koydu.
Şöyle diyordu:
"Kuracağımız Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, muhtarlıklara, derneklere, belediyelere, federasyonlara bağlı cemevlerinin yönetimini yürütecektir."
Artık Türkiye'de Alevi-Bektaşi Başkanlığı var. İstanbul'daki Şahkulu Dergahı'nda yapılan törende, Alevi dedeleri, kanaat önderleri ve iş adamlarıyla bir araya gelen Başkan Erdoğan, oradaki konuşmasıyla; "Dedelere maaş bağlansın mı, bağlanmasın mı?" tartışmasını da bitirdi:
"Cemevlerinde erkan hizmetlerini yürütmekten sorumlu Alevi Bektaşi inanç önderlerinden talep edenlere, bu kurumsal yapı bünyesinde kadro verilebilecektir. Cemevlerinin aydınlatma, içme ve kullanma suyu, yapım, onarım, bakım giderlerinin karşılanmasıyla ilgili tüm sorunlar çözülmüş olacaktır."
Böylece Türkiye'de bir "sessiz devrime" daha imza atıldı. Bu çözüm üreten yeni bir siyaset tarzıydı.
Bir buna bakın, bir de devlet ve toplum nezdinde çözüme kavuşmuş başörtüsü meselesi üzerinden siyaset mühendisliğiyle rol kapmaya çalışan siyaset tarzına bakın. O tarzın son 70 yıldır neden iktidar olamadığı çok açık değil mi?
AK Parti, ülkenin önünü tıkayan, tabu olmuş meselelerini açılım ve çalıştay süreçleriyle zaman içinde toplumun tartışmasına açıyor, sonra da her kesimin "makul" karşılayacağı bir çözüme kavuşturuyordu. Alternatif siyaset üretmesi beklenen CHP ise bunun tam tersini yaptığı için attığı her adım başarısızlıkla sonuçlanıyordu. CHP hiç olmazsa geçmişte kurultaylar yaparak bazı meseleleri tartışıyor, konuşuyordu. Oysa son dönemdeki CHP yönetiminin önerdiği hiçbir siyasi proje, bırakın toplum tarafından tartışılmayı, parti kurumlarında bile tartışılmadı. Çoğu da olup bitenleri bir gece yarısı sosyal medyadan öğrendi. Aslında bu özellik, CHP'yle yol yürüyen Altılı Masa'cıların da ortak özelliği... Bu nedenle, bu siyaset tarzı sağcı- muhafazkar veya solcu olmakla ilgili değil, statükocu ve jakoben olmakla ilgili.
Önümüzdeki seçim bu iki siyaset tarzının seçimi olacak.