Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Güvenlik ve Dış Politikaları Kurulu üyesi Prof. Dr. Aygün Attar'ın ev sahipliğinde başkanlığını Mehmet Ali Dim'in yaptığı Küresel Gazeteciler Konseyi'nin düzenlediği Azerbaycan- Avrupa Medya Forumu etkinliği için Bakü'deyiz.
Etkinliğin konukları büyük çoğunlukla Türkiye'de görev yapan yabancı gazeteciler. Onlarla birlikte Azerbaycan'ın 30 yıl sonra esaretten kurtardığı Karabağ'ın harap olmuş şehirlerinden Ağdam'a gidiyoruz.
Yolculuk 4 saat sürecek... Geziye katılan gazetecilerin çoğu ilk kez savaşın yol açtığı tahribatı görecek. Yol boyu, Azerbaycan'ın doğasını, kasabalarını, köylerini izliyoruz. İstanbul-Ankara arası kadar 400 km'lik düz bir ovada yol alıyoruz. Tepe bile yok, yemyeşil bir doğa. Kasabaları, köyleri geçerken büyük çoğunluğu duvarlarla çevrili, içinde bahçesi, hayvan barınağı da olan tek veya iki katlı taş evlerin mimarisi dikkat çekiyor. Prof. Attar: "Bu Azerbaycan mimarisidir. Evler ailelerin özeli ve mahremiyet nedeniyle duvarlarla çevrili."
Prof. Attar bize yol arkadaşlığı yaptığı gibi mihmandarlık da yapıyor. Ara ara Azerbaycan tarihinden, yetiştirdiği aydınlardan, Nuri Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun Bakü'ye girişinden ve İslam coğrafyasındaki ilk laik-demokratik cumhuriyetin 1918'de kuruluşundan, "Milli" komünist Neriman Nerimanov'dan ve Türkiye ile derin tarihsel ilişkilerden söz ediyor. Konuşmasının bir yerinde şöyle diyor:
"Biz 'iki devlet bir millet' derken iş olsun diye demiyoruz. Arka planda derin bir ortak tarih var."
Karabağ işgal altındayken çizilen sınıra geldiğimizde bizi Azerbaycan askerleri karşılıyor. 2020 savaşından sonra Karabağ toprakları kurtarılmasına rağmen hâlâ geçişler sınırlı ve kontrollü yapılıyor; çünkü bölgenin neredeyse tamamı mayınlanmış...
Bu konuda ilk brifingi sınırdaki görevli Ehtiram Ceferov veriyor:
"Sadece sizin gideceğiniz Ağdam'da 97 bin mayın var. Barış görüşmeleri çerçevesinde Ermeni hükümetinin verdiği mayın haritası doğru çıkmadı. Bu yüzden işimiz çok zor. Mayınları biz bulup patlatıyoruz."
O kadar kaygılılar ki, asfalt yol dışına çıkmamız istenmiyor. Bu arada üç mayının patlatılmasını izliyor ve Ağdam'a doğru yola çıkıyoruz. Tam 30 yıl boyunca Ermenistan'ın işgali altındaki toprakları izlerken çarpılıyoruz. Gördüğümüz ilk şey, yol boyu arazilerin içindeki tahta parçaları. Ne olduğunu soruyoruz. Onlar üzüm bağlarının tutunduğu tahtalar. Bağlar yok edilince geriye sadece tahtalardan oluşan o tarlalar kalmış... Korkutucu tarlalar...
Aynı şeyi köy evlerinde de görüyoruz. Ağdam'a gidene kadar gördüğümüz köylerin hepsi harabeye dönmüş. Bütün bunlar da tanklar veya bombaların eseri değil, insanın eseri. Evler bizzat insan eliyle talan edilerek tahrip edilmiş...
Hâlâ görüntüleri Google'da duruyor, Ağdam Çay Evi dediğinizde karşınıza Azerbaycan'ın en güzel evleri çıkar. Şimdi o güzelim evlerin olduğu şehirden geriye iki minareli Ağdam Cuma Camii'nden başka hiçbir şey kalmamış. O iki minare de gözetleme kulesi olarak kullanıldığı için... Atom bombası atılmış gibi. Ama bu atom bombasının değil, insan kininin tahribatı.
Azerbaycan hükümeti, şimdi savaşın ve insan kininin izlerini silmek, Karabağ'ı ve şehirleri yeniden inşa etmek için yoğun bir çaba harcıyor. Harika bir coğrafya... Gıda krizinin tartışıldığı bir zaman diliminde bu verimli topraklarda neler yapılmaz ki...
Bunun için ilk adım olarak yatırımcılara olağanüstü fırsatlar sunan Sanayi Parkı oluşturulmuş. Karabağ, sanayi ve tarım yatırımcılarını bekliyor.