Başta CHP olmak üzere muhalefetin neden Başkan Erdoğan karşısında bir varlık gösteremediğini anlamak için siyaset uzmanı olmaya gerek yok.
Hatta sayfalar dolusu yazılmış parti programlarına bakmanın da faydası yok. Sadece partilerin genel başkanlarının konuşmalarına, ülkenin temel sorunlarına ilişkin söylediklerine bakın yeterli.
Gündem üzerinden gidelim.
Bugünlerde dünya dehşetle Rusya'nın Ukrayna operasyonunu izlerken, ABD ve AB'nin Ukrayna'yı nasıl yalnız ve çaresiz bıraktığını konuşurken, dahası aydınından gazetecisine onlarca insan bu yeni sürecin nasıl bir enerji ve gıda krizine yol açacağının hesabını yaparken bizdeki muhalefet neyle uğraşıyor dersiniz?
Tabii ki iktidarla... Elbette muhalefet iktidarla uğraşır ama bu kadarına da pes doğrusu. Bakın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Rusya- Ukrayna meselesine birkaç cümle değindikten sonra şöyle diyebiliyor:
"Bir ülkeye bu kadar bağımlı kalamazsınız. Turist gelmediğinde perişan oluyoruz. Güzel bir ülkede yaşamak varken, beraber yaşamak varken, bütün komşularımızla huzur içinde yaşamak varken böyle bir tabloyu Türkiye hak ediyor mu?"
Sanki Rusya-Ukrayna gerilimini Türkiye çıkarmış gibi... Suriye Devlet Başkanı Esad'la ilişki kurulmasını ısrarla isteyen Kılıçdaroğlu, adını söylemiyor ama Rusya'yla Türkiye'nin yakın ilişkisinden rahatsız... O kadar rahatsız ki, alakasız bir biçimde "Türkiye bunu hak ediyor mu?" diye soruyor.
Peki, Kılıçdaroğlu bunu niye yapıyor?
Bu sorunun cevabı, muhalefet cephesinde estirilen ABD rüzgârında ve Rusya karşıtlığında saklı. Ağzını açan muhalefet aktörü, alakasız bir biçimde ya S-400'den bahsediyor ya da Akkuyu Nükleer Enerji Santrali yatırımından. Hayırdır, muhalefet neden bu kadar coştu?
CHP Genel Başkan Yardımcısı Engin Özkoç o kadar coşmuş ki aynı ezberi tekrarlayıp duruyor:
"S-400'leri aldık, kullanmadık, aktive etmedik. Türkiye dünyanın en büyük hurdalığına sahip..."
Eh... Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, "YPG bize mi saldıracak" derse, yardımcısının böyle demesi şaşırtıcı değil. Ama daha ilginç açıklama, "28 Şubat İttifakı" ortaklarından İP Genel Başkanı Meral Akşener'den geldi. O Gezicileri bile aratmayan bir yaklaşımla şöyle diyordu:
"Türkiye ise Rusya ile kurduğu asimetrik ilişki modelinden sıyrılmalı, kendisini kırılgan hale getiren S-400'lerden acilen kurtulmalı, Akkuyu Nükleer Santrali'ni derhal millileştirmeli, bölgesel istikrara risk oluşturabilecek Kanal İstanbul projesini durdurmalıdır."
Daha önce S-400 için "Sarayın korunması için alındı" diyerek ipin ucunu kaçırdığı izlenimi veren Akşener, böylece aslında başından beri atılan bu adımın stratejik önemini bildiğini gösterdi. Meğer bilinçli bir biçimde itibarsızlaştırma yapıyormuş. Boşuna ABD büyükelçileriyle sık sık görüşüp durmuyor.
Bütün mesele ne biliyor musunuz?
Türkiye'yi durdurmak, sanayi ve teknolojiyle buluşmasını engellemek... Tıpkı daha önce olduğu gibi... Türkiye 1960'tan beri İskenderun Demir Çelik gibi çok sayıda büyük sanayi yatırımlarını Sovyetler'in desteğiyle yaptı ama başına gelmeyen de kalmadı. Her ilişkinin ardından Amerikancı darbe geldi.
Neden acaba?
Şimdi o görevi Biden'ın destek verdiği muhalefet, "darbeyle değil ama algıyla..." yapmak istiyor.
Amerikancı muhalefetin neden umut vermediğini anlamak için başka şeye bakmaya gerek var mı?
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz