Son yılların belki de en ilginç davası nihayet sonuçlandı. Eski MİT'çi sonradan FETÖ'cü Enver Altaylı, "siyasi ve askeri casusluk" ve "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçlarından 23 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Altaylı, 1963 yılında katıldığı Talat Aydemir darbesinden bu yana Türkiye'de yaşanan bütün karanlık olayların göbeğinde yer almış bir isim. Siyaseten "milliyetçi" kimliğiyle öne çıkmış olsa da, o daha çok CIA ajanı Ruzi Nazar'la ilişkisiyle biliniyor. Bunun ne anlama geldiği çok açık. Altaylı yargılandığı dosyada da açık açık ve belgeleriyle ortaya konduğu gibi CIA ile irtibatı olan bir isim, yani bir CIA ajanı... Bunu da aslında kendisi yıllar önce kabul etmiş.
Bakın Altaylı'nın hayatının anlatıldığı, "Büyük Oyundaki Türk Enver Altaylı" kitabında İrfan Ülkü, İngiliz yazar John Le Carre'nin "Soğuktan Gelen Casus" romanına atıf yaparak şöyle diyor:
"O zamanki adı 'Hür Dünya' olan Batı blokunun saflarında, soğuktan gelen casuslara karşı mücadele edecekti; soğuğa gönderilen bir casustu artık Enver Altaylı..."
Başka söze gerek var mı? Altaylı, "soğuğa gönderilen bir casus" olduğunu kendisinin onay verdiği kitapta kabul ediyor. Peki, Altaylı kimin adına casusluk yapmış? Türkiye Cumhuriyeti devleti adına mı yoksa "Hür Dünya"nın patronu ABD adına mı?
İşte Türk yargısı bu sorunun cevabını Altaylı'yı, "siyasi ve askeri casusluk" suçundan mahkûm ederek verdi.
Bu Türkiye'nin yakın tarihi açısından bir ilkti. Çünkü ilk kez uzun bir süre "milliyetçilik" kisvesi altında siyaset yapan, özellikle 70'li yıllarda sağ-sol çatışmasının alevlenmesinde kışkırtıcı rol oynayan bir siyasi aktör, "ABD casusu" olarak mahkûm ediliyor.
Altaylı'nın FETÖ'cülüğü de CIA ilişkisi nedeniyle tesadüf değil. İkisinin de patronu CIA...
Ne yazık ki, hiçbir siyasi iktidar AK Parti dönemine kadar Türkiye'yi gayri nizami harp yöntemleriyle istikrarsızlaştıran, darbelere mahkûm eden bu tür ihanetlere karşı çıkamadı. Şimdi şimdi FETÖ'ye karşı mücadeleyle başlayan yeni bir sürecin önü açıldı ve yabancı istihbarat örgütlerine ve onların içerideki uzantılarına karşı mücadele başladı. Sabah'ın MOSSAD ajanlarını ve Türk Demokrasi Projesi'ni deşifre eden haberleri de bunun son örnekleri.
Tabii onlar da bu gerçeğin farkında. Bu yüzden de söylem değiştirerek muhalefete, "darbeyle değil seçimle" destek vereceklerini bizzat ABD Başkanı Biden açıkladı.
Peki bu istihbarat örgütleri, siyasi partilerde veya STK'larda kimlerle iş tutuyor?
ABD'nin sesi gibi konuşan bazı siyasetçiler kendilerini ele veriyor ama büyük çoğunluğu takiye yapıyor. Tıpkı geçmişteki gibi...
Yıllar önce gelmiş geçmiş en etkili dışişleri bakanlarından rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil, 12 Mart Muhtırası'yla ilgili şöyle diyordu:
"Amerika altımızı CIA vasıtasıyla bir kurt gibi oymuş da fark etmemişiz."
Sonra da İsmail Cem'e verdiği bir röportajda şu çarpıcı tespit yapmıştı:
"Şimdi istihbaratçılar Amerikalılarla organik ilişkiler içinde olduklarına göre Amerika, 'Şu adam benim adamım, şunu yerleştirin solcuların arasına' derse rahatça işbirliği yapabilirler..."
Sahi, bugün CIA, MOSSAD veya BND, sadece Altaylı gibi eski elemanlarla veya FETÖ ve PKK gibi terör örgütleriyle mi iş tutuyor? Onların "Atatürkçü, muhafazakâr, sol veya liberal" kılıklı dostları kimler acaba?