Türkiye'nin en önemli ayak bağı, hiç kuşkusuz her 10 yılda bir darbe üreten vesayet sistemiydi. Bu sistem gücünü içeride asker-sivil bürokrasiden, dışarıda ise ABD ve Batı emperyalizminden alıyordu.
Özellikle 60 darbesinden sonra öyle bir sistem kuruldu ki, Türkiye ne ekonomik refaha kavuşabildi, ne de toplumsal barışa...
Sandıktan çıkan her iktidar, ilk yıllarında Türkiye'yi biraz ayağa kaldırsa da bir adım ileri gidemiyordu. Darbe dinamiği hemen harekete geçiyor ve bir süre sonra da darbe oluyordu.
Birbirini besleyen kirli bir çarktı bu.
Anayasal güvenceye kavuşan güçlü vesayet sistemi karşısında hiçbir siyasi aktör duramıyordu. Ya idam ediliyor, ya şapkasını alıp gidiyor ya da Hamzakoy'larda gözetim altında tutuluyordu.
28 Şubat postmodern darbe, bu darbeler dizisinin en açık olanı ve medya-sivil işbirliğiyle yapılanıydı.
Bu pervasızlık 27 Nisan e-muhtırasına kadar sürdü. İlk kez o muhtıraya karşı dönemin Başbakanı Erdoğan ve hükümeti karşı çıkıp direnince Türkiye'nin kaderi de değişti.
Bu sivil başkaldırıyı, o günlerde cemaat olarak bilinen FETÖ sulandırsa ve kendi çıkarına kullansa da sonuç değişmedi. Darbelere, küresel tuzaklara karşı dik duran bir siyasi irade vardı ve halk da ona destek veriyordu.
15 Temmuz gecesi, FETÖ'cü ve NATO'cu darbeye karşı destansı direniş işte bu birikimin bir sonucuydu. Artık darbelere destek veren küresel güçlerle hesaplaşan, darbecileri yargılayan bir Türkiye vardı. Solun, liberallerin özlemini muhafazakâr-demokrat bir lider gerçekleştirmişti.
Önce yargılanamaz denilen 12 Eylül'ün ceberut askerleri; Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın da aralarında bulunduğu ve ABD'nin "Bizim çocuklar" dediği darbeci generaller yargılandı ve mahkûm edildi. Ardından 28 Şubat postmodern darbenin "dokunulmaz" generallerine dokunuldu.
İlk operasyon, 12 Nisan 2012'de başladı. O operasyonda 100'ü aşkın general ve YÖK Başkanı Kemal Gürüz gibi bazı siviller tutuklandı. Dava sürerken, sanıklardan eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, milletin aklıyla alay edercesine şöyle diyordu:
"28 Şubat süreci, bazı çevrelerce söylendiği gibi bir darbe süreci asla değildir."
Oysa Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi, 3 Temmuz 2018'de tam tersi bir karar verdi. Karadayı'dan YÖK Başkanı Gürüz'e kadar 21 kişiye, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye ve devirmeye iştirak" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Bu davayla ilgili son kararı da geçtiğimiz günlerde, 30 Haziran 2021 tarihinde Yargıtay açıkladı. Buna göre, darbe sanıklarından emekli orgeneraller Çevik Bir, Çetin Doğan, Ahmet Çörekçi, Fevzi Türkeri, İlhan Kılıç, emekli Koramiral Aydan Erol, emekli korgeneraller Yıldırım Türker, Hakkı Kılınç, Çetin Saner, Vural Avar, emekli tümgeneraller Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Kenan Deniz ve emekli Tuğgeneral İdris Koralp'e verilen müebbet hapis cezaları onandı.
Böylece Türkiye tarihinde ikinci kez darbe yapan generaller mahkûm edilmiş oldu. Ama ilk kez bir şeye daha tanık olacağız; bavullarını hazırlayıp cezaevine gidecek darbecilere...
Yazar dostum Ertuğrul Başer, 15 Temmuz'u ölen devrimci arkadaşı Ahmet'e bir mektupla anlatırken, onun doktorundan son ricasını şöyle yazmıştı:
"Aman doktor, benim biraz daha yaşamam lazım, biraz daha yaşayıp, şu Kenan Evren denen adamın darbe suçundan yargılandığını, hatta mümkünse öldüğünü görmem lazım, ne yap et, ondan önce ölmeme izin verme."
O Evren'in yargılandığını, darbeden suçlu bulunduğunu gördü ama öldüğünü göremedi.
Geride kalanlar sadece onu değil, başka darbecilerin cezaevine girdiğini de gördü. Az şey mi?
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz