CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun mutfağa girip eşiyle börek açarak veya yeni kuşaklara seslenerek yürüttüğü PR çalışmasına ilk başlangıçta CHP tabanı da bir anlam veremedi.
Çünkü hepsinin kafasında, "Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında kesin kaybeder" düşüncesi vardı. Ayrıca kendisi de başından beri "Parti başkanları aday olmamalı ve cumhurbaşkanı tarafsız olmalı" tezini savunduğu için aday olmayacağı bekleniyordu.
Kılıçdaroğlu'nun aday olma hazırlığı büyük oranda, CHP içinde aday olmayı düşünen belediye başkanlarıyla ilgili tartışmaları sonlandırma çabası olarak yorumlandı.
Şimdi ise durum biraz farklı... CHP içinde Tuncay Özkan gibi "Kesin kazanır" diye yüksek sesle övgü düzenler olduğu gibi "Neden olmasın?" deyip bambaşka bir rüzgâr estirenler de var.
O rüzgârcılara göre, Kılıçdaroğlu'nun adaylığıyla bir taşla birkaç kuş vurulması mümkün. İlk sırada tabii CHP tabanı ve sosyolojisini Abdullah Gül gibi ağır bir yükü taşımaktan kurtarmak var. İkinci sırada, seçim ikinci tura kalır ve Kılıçdaroğlu kazanırsa tadından yenmez. Ama kaybederse bu kez de yeni isimlerin önü açılır ve CHP büyüme şansı bulur. Taban böyle bakıyor.
İşin doğrusu, bu olasılıklara Kılıçdaroğlu'nun da sıcak baktığı söyleniyor. Ona göre, önümüzdeki seçimler siyasetteki son şansı. Kazanırsa tarih yazar, kaybederse "onurlu" bir biçimde siyasetten çekilir.
Tabii hızlı bir imaj çalışması yapmasının en önemli nedeni de "erken seçim" beklentisi... Israrla erken seçim istiyor; çünkü ekonomik sıkıntıların yaşandığı pandemi koşullarının, mafyatik meczuplarla devreye sokulan kirli algı operasyonlarının ona tıpkı Biden gibi seçim zaferi getireceğine inanıyor.
Ama tersi olur, seçimler zamanında yapılırsa elbette hesaplar da değişir. O koşullarda Meral Akşener ve Pervin Buldan'ı yanına alarak "o makama" hazırlanan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu durdurmaya gücü yeter mi yoksa onu mu öne çıkartır ya da "küresel dostları"yla yeni projeler mi devreye sokar, onu da seçim sathı mailine girildiğinde göreceğiz.
***
'MENDERES DEVRİLDİ, DOSTLARA AÇIKLAMA YAPABİLİRİM'
Demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçti 27 Mayıs 1960 darbesi. O günden bugüne ne o darbenin arkasındaki küresel güçler tam olarak açığa çıktı, ne de bir-i leri darbe yapmaktan vazgeçti. Dış güçlerden, üst akıldan söz edildiğinde de hep aynı cevap verildi: "Nerede bu dış güçler?" Bunu da özellikle 60 darbesini "bayram" diye kutlayan sol ve Kemalistler yaptı.
Birkaç gün önce yazar Aytunç Altındal'ın Gerçek Hayat dergisinde yayınlanan bir söyleşisine rastladım. Söyledikleri çok ilginç:
"1958 yılında Türkiye'ye gelip bir yıl süreyle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde ders veren Amerikalı bir hoca, (ajan tabii) 25 Mayıs 1960 tarihinde Pentagon'a 'Menderes mutlaka güç kullanılarak devrilmelidir' şeklinde bir not geçiyor. Ondan sonra da, aynı notun altına, 'Bugün öğleden sonra Rahip Morlion ile görüşme yapacağım!' diyor.
Bu hukuk profesörünün notundan iki gün sonra darbe oluyor. Rahip Morlion o sırada, Vatikan istihbaratını yönetiyor ve aynı zamanda CIA ile Vatikan arasındaki bağları sağlıyor. 27 Mayıs oluyor ve Profesör Alfredo bir not daha yazıyor: 'İşte nihayet Menderes devrildi, artık Türkiye'deki dostlarıma bazı açıklamalar yapabilirim.' Bu çok mühim, bunun belgesi de bende duruyor."
Türkiye'deki dostları kimlerdir ve ne açıklamalar yapmış bilmiyoruz ama şu "dostlar" meselesi meğer yeni değilmiş... Herhalde darbeler ile "dostlar" arasında özel bir ilişki var.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz