ABD'yle 1947'de İsmet Paşa döneminde başlayan ikili askeri anlaşmaların üzerinden tam 73 yıl geçti. O günden bugüne ABD'yle ilişkilerimiz hiçbir zaman iyi olmadı. Değerli ağabeyim Mehmet Barlas, -ki bu sürecin tanıklarından biri- dünkü yazısında "dünya kabadayısı ABD'nin ölçüyü kaçırdığını" yazdı.
Bana göre, ABD Türkiye ile ilişkilerinde her zaman ölçüyü kaçırdı. Bunu ya biz fark etmedik ya da etsek de görmezden geldik. Aslında İsmet Paşa'nın kurduğu askeri ilişki nasıl başladıysa öyle devam etti.
Daha önce de yazdım, İsmet Paşa'nın, o tarihlerde ABD Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı General Lawton Colins'la yaptığı bir konuşma var. Adam resmen İsmet Paşa'ya sömürge valisi muamelesi yapıyor. Bu ilişki biçimi sonra da hiç değişmedi. Rahmetli Menderes, biraz farklı hareket etmeye kalkınca darbeyle idama gönderildi.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Sonra ABD'nin pervasızlığını en kaba biçimde bizzat İsmet Paşa yaşadı. ABD Başkanı Johnson, İsmet Paşa'yı o meşhur mektupla; "silahlarımızı kullanamazsınız" diye tehdit etti. Paşa, 1947'de attığı imzanın pişmanlığını yaşasa da iş işten geçmişti.
Demirel'in durumu daha da vahimdi. Solun "Morrison" diye suçladığı Demirel, ABD inisiyatifiyle yapılan 12 Mart Muhtırası'nda şapkasını alıp gitmek zorunda kaldı. ABD'nin o günlerdeki bahanesi haşhaştı. Arka planında ise bugüne benzer biçimde Türkiye'nin Sovyetler'le (Rusya) kurduğu ekonomik ilişkiler vardı.
Üç ay sonra hükümetimiz düştü
ABD, "Haşhaş ekimini durdurmazsanız fena olacak" diye tehdit ediyordu. O günleri Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, "Anılar"ında ayrıntılı anlatıyor. ABD'nin haşhaşı yasaklama isteği ABD Büyükelçisi tarafından Demirel'e iletilince Demirel; "Bizim 20 ilimiz ve çevresinde haşhaş ekiliyor. Bizde ismini afyondan alan il var. Bunu yapamayız." diye cevap verir. Bu cevap ABD'yi daha da öfkelendirir. Sonrasını Çağlayangil'den dinleyelim:
"Bu görüşmeden sonra Amerikan Büyükelçisi 'Çok yazık, bundan çok fena neticeler doğacak' dedi. Çok fena neticeler belli oldu. Üç ay sonra bizim hükümetimiz düşürüldü." Yeni hükümeti kuran da CHP'li Nihat Erim'di. Gelir gelmez haşhaş ekimini durdurdu. Sonra CHP'li Ecevit hükümeti bu yasağı kaldırdı ama ambargoyu yedi.
Anlayacağınız ABD'nin Türkiye ile kurduğu bu ölçüsüz ilişki, 80'lerde, 90'larda da devam etti. İçeride yaşadığımız her türlü kaosta, faili meçhul cinayetlerde, terör saldırılarının artmasında aynı kirli elin katkısı vardı. ABD, Türkiye'ye rahat yüzü göstermedi. Bunun son örneği kanlı 15 Temmuz saldırısıydı. Dünyanın gözü önünde ABD, besleyip büyüttüğü FETÖ ile darbe yapmaya kalktı ama başaramadı. Hâlâ da işin peşini bırakmış değil. Bir yandan FETÖ'yü canlı tutarak, öte yandan PKK'yı Suriye'de silahlandırarak 15 Temmuz'u sürdürmek istedi.
Mandacılar olmasa
Gördüğünüz gibi ABD'yle yaklaşık 70 yıllık "stratejik ortaklık" tarihimizin her döneminde ABD ölçüsüzdü. Bunu da bilerek ve isteyerek yaptı. İşin belki de en acı tarafı, ABD'yi böylesine güçlü kılan şeyin sadece küresel kabadayı gücü değil içeriden devşirdikleri "mandacıların" her zaman var olması. ABD her defasında onlar sayesinde ya darbeyle ya da geri adım attırarak Türkiye'yi kontrol altında tuttu. Hâlâ bu umudunu yitirmiş değil. Bu yüzden Biden, açık açık Başkan Erdoğan'ı devirmek için muhalefeti destekleyeceğini söylüyor.
Peki, ABD'nin üzerine oyun kurduğu muhalefet partileri bu olup bitenlerden bir ders çıkartıyor mu?
Bu soruya olumlu cevap vermediğimiz sürece ABD de her zaman ölçüyü kaçıracaktır.