Dünyanın nereye gittiğine ilişkin kaygılar giderek artıyor. Bunun bir nedeni ABD'nin "Deli Dumrul" gibi davranmasıysa, bir diğer nedeni de onun karşısına çıkacak ve dünya halklarına umut veren yeni bir siyasetin üretilememesidir.
Dünyanın Doğu'su henüz yeni bir demokrasi seçeneği üretemediği gibi Batı'sı da elindeki demokrasiyi bile kaybedecek noktada. Çevreden gelen ırkçı, göçmen karşıtı marjinal siyasetler güçlenip merkezi kuşattıkça, merkez siyaset de giderek irtifa kaybediyor ve popülist aktörler üretiyor. Buna doğruyla yalanın iç içe geçtiği "gerçek ötesi veya sonrası" siyaset deniyor. Yani "post-truth" siyaset.
ABD Başkanı Trump, bu akımın öncüsü sayılıyor. Bunun son ve "iyi" örneği İngiltere'de ortaya çıktı. O kadar iyi bir örnek ki, mesleğinde kullandığı yöntemlerle bugün onu Başbakanlığa taşıyan siyaseti arasında müthiş bir ortaklık var. İngiltere'nin yeni Başbakanı Boris Johnson'dan söz ediyorum.
Türkiye'de, gazeteci olan ve linç edilerek öldürülen dedesi Ali Kemal nedeniyle konuşuluyor ama Batı'da daha çok "yalan" haberleri ve "yalan" siyaseti ön planda. Tipik Post-Truth siyasetçi. Biri mesleğinden diğeri siyaset döneminden iki yalanı çok şey anlatıyor.
İlki daha 23 yaşındayken stajyer olarak girdiği The Times gazetesinde Kral II. Edvard hakkında yazdığı "eşcinsel fantaziler"le ilgili yazıya vaftiz babası Oxford profesöründen "uydurma görüş" almasıydı. Haberi, vaftiz babası bile yalanlamıştı.
İkincisi ise Türkiye'yle ilgiliydi ve siyaset döneminde gerçekleşti. Brexit kampanyası döneminde "76 milyonluk Türkiye AB'ye üye olacak" diye bir yalan attı ve o yalanı Brexit oylamasında bir hayli etkili oldu. Batı medyasında onun bu özelliği şöyle anlatılıyor:
"Brüksel'den gelen klasik bir Boris Johnson gönderisi, komik, alaycı ve sadece kısmen gerçeğe dayanıyor. Abartı, çarpıtma ve yalanların en üst noktası. Başarılı bir palyaço. "
Babası da milletvekili olan Johnson, Eton Koleji ve Oxford Üniversitesi mezunu. İyi bir eğitimi var. Hem zeki ve entelektüel bulunuyor hem de "yalan" söylediği biline biline seçiliyor. Yeni siyasi dalga tam da bu işte...
Demokrasinin ve hukukun beşiği İngiltere, 21. Yüzyılda böyle bir siyasi aktör çıkartıyorsa, bir yerlerde "yanlış" var demektir.
***
Hakan Atilla'nın dönüşü ve Babacan'ın suskunluğu
Sonunda eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla Türkiye'ye döndü. Onu havaalanında sadece ailesi değil, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan ve Halkbank Genel Müdürü Osman Arslan karşıladı.
Bu Türkiye için önemliydi çünkü içeride küresel kumpasa karşı bırakın direnmeyi destek veren muhalefet partileri olduğu gibi "susan" siyasi aktörler de vardı.
O susanlardan biri de son günlerde yeni parti kurmak için yola çıkacağı söylenen Ali Babacan'dı. Babacan, Halkbank'ın bağlı olduğu bakandı. Bugün siyasete gireceği için de Halkbank üzerinden Türkiye'ye kurulan bu küresel kumpasa nasıl baktığı önemli. Ama o hiç konuşmadı ve kimse de ona soru sormadı.
Üstelik o operasyonu ABD adına yürütenlerden David Cohen'in, mahkemede Babacan'ın bilgisi olduğunu söylediği, mahkemenin de Babacan'ın 29 Kasım 2012'de Meclis'te yaptığı konuşmadaki; "İran'dan alınan petrol karşılığında Türkiye'den altın nakli yapılıyordu" sözlerini belge olarak kullandığı halde.
Türkiye'nin itibarının zedelenmesi, ekonominin tehdit edilmesi bir yana, ABD'nin hukuku ayaklar altına alarak mahkum ettiği Hakan Atilla için bile tek kelime etmedi.
Neden acaba? Şimdi Atilla için ne diyecek doğrusu merak ediyorum.