Referandumda son viraja girilirken, durum başlangıç noktasına göre tam tersi bir noktaya geldi. İlk günlerdeki "Hayır" cephesi egemenliği yerini sona doğru "Evet"e bıraktı. Bu sonuçta, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım'ın sahaya inmeleri kadar, maddelerin ayrıntılı biçimde tartışılmasının da katkısı var. Bu çerçevede son günlerde yeni sistemle bürokratik vesayet ilişkisi hem tartışılıyor hem de merak ediliyor.
Aslında rahmetli Özal'dan beri bütün siyasiler bu sorunun cevabını arayıp durdu. Kimi bürokrasiyi azaltmaya, kimi bürokratik zihniyeti aşmaya çalıştı ama hiçbiri tam olarak başaramadı.
Bürokrasisiz, memursuz devlet yönetimi olmayacağı biliniyor ama güçlü bürokratik yapıyla da yürümediği yaşanarak öğrenildi. Bu sadece Türkiye'deki ucube parlamenter sisteme ait bir mesele de değil, demokrasinin beşiği İngiltere'de de derin bir bürokrasi sorunu var.
1980'li yılların başında BBC'de yayınlanan bir dizi vardı; "Emret Bakanım" (Yes Minister).
Daha sonra bunun "Emret Başbakanım" versiyonu da çekildi. Dizi, mizahi bir dille siyaset- bürokrasi ilişkisini anlatıyordu. Özeti şuydu:
Seçilmiş siyasetçilerin "emir" vermesi yetmez, önemli olan onu "bürokrasi"nin uygulamaya koyup koymamasıydı. Bunun nelere yol açacağını bir düşünün.
Durum İngiltere'de böyleyse bizde daha da vahimdi. Çünkü Türkiye'de devleti kuran silahlı bürokrasi, devlet memuru olan kravatlı bürokrasiyi de kendisine bağlı kılan bir siyasal sistem kurmuştu. Yani bürokratlar için öncelikli olan "devlet"ti, toplum değil. Bu yüzden de bürokrasinin yüzü toplumu ve onun temsilcisi siyasetçiye değil, devlete dönüktü.
Bunun topluma faturası da ağır oldu.
Geriye dönüp bakalım, silahlı bürokratlar sık sık darbelerle kravatlı bürokratlar ise büyük projeleri yaptırtmayarak, işi yavaşlatarak, kırtasiyeciliği artırarak bu topluma ağır bedeller ödetti.
Şimdi yeni bir dönemin eşiğindeyiz.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'yle ilk kez bürokrasi, halka tepeden bakan devlete değil, millete hesap verecek siyasetçiye yüzünü dönecek.
Bunun ne anlama geldiğini Cumhurbaşkanı Erdoğan çok önceleri şu kısa cümleyle anlatmıştı: "Bürokratik oligarşiyi aştığımız gün bu milleti tutana aşk olsun..." Yeni sistemle, liyakat öne çıkartılarak bürokrasinin daha hızlı ve doğru karar vermesinin önü açılacak. Bu da her alanda sıçrama demek. Son dönemde Türkiye'yi karış karış gezen ve kararlı mücadelesiyle ilgi odağı olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'dan, İngiltere ve Türkiye'deki bürokratik yapıyı kıyaslamasını istiyorum. Şöyle diyor: "Kıyas kabul etmez.
Bizdeki bürokrasi İngiltere'nin 5 değil 50 katı daha güçlü... Siyasetçiye ve doğal olarak halka her türlü engel çıkarma gücü var ve bunu da pervasızca yapıyor." Bürokrasinin nasıl engeller çıkarttığını bilenlerden biri de Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan. Bakan Arslan "Bürokratik engeller olmasaydı bugün Türkiye, 3-5 kat değil 10 kat büyümüş olacaktı" diyor ve ekliyor:
"Yeni hükümet sistemi Türkiye'nin önünü açacak bir sistemdir. Bürokratik oligarşi nedir diye soruyorlar? Şunu söylüyorum: AK Parti iktidar oldu, 363 milletvekili ile meclise geliyorsunuz.
Sahada millete ne söz vermişseniz ona uygun bir hükümet programı yapıyorsunuz.
Ankara'daki üst düzey bürokrat şöyle diyor:
'Sen millete söz vermiş olabilirsin ama ben senin düşüncende değilim, o yüzden bu programı kabul etmiyorum.' Bu durumda siz iş yapamıyorsunuz.
İşte bürokratik oligarşi budur, hükümet programını beğenmeyip kişilerin önüne takoz koymaktır." Anlaşılan, yeni sistemle bürokrasinin önce "Emret Başbakanım" deyip arkasından "boş ver" dediği günler 16 Nisan'da 'evet'le tarih olacak.