Bugünkü ucube "parlamenter sistem"le ilgili tartışmalar 1960 darbesinden sonra siyasi gündemden hiç düşmedi. Farklı siyasi kaygılarla yaklaşılsa da herkesin ortak noktası "mevcut düzenin" değiştirilmesi gerektiğiydi.
Aydınlar bunu teorik olarak tartıştı ama ilk siyasi yaklaşımlar 60'ların sonunda geldi. Bülent Ecevit'i 70'lerde iktidara taşıyan, "Bu düzen değişmelidir" yaklaşımı 1968'de mecliste seslendirildi.
Düzenin değişmesiyle ilgili ikinci çıkış, siyasetin yeni ismi Necmettin Erbakan'dan geldi. 1969'da kurulan Milli Nizam Partisi, anayasa değişikliğiyle "Reisicumhur'un tek dereceli olarak (halk tarafından) seçilmesi ve icra organ düzeninin başkanlık sistemine göre tanzimi"ni öneriyordu.
Sonra, konu zaman zaman ele alınsa da ayrıntılı biçimde tartışılmadı. Daha doğrusu egemen vesayetçi sistem tartışılmasını istemedi.
Bu talebin en büyük destekçisi de CHP ve sol aydınlardı. Halkla ilişki kurmakta, yeni siyaset üretmekte "vesayet sınırlarını" aşamayan bu kesim, eldeki oyu da kaybetmemek için sistemin değişmesinden hep korktu ve karşı çıktı.
Ve dün Özal'ı bugün de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı "diktatör" ilan etmekte mahzur görmedi. Zaman, zemin hiç önemli değildi. Onların istemediği sistem kötüydü.
Oysa o sistemin işlemediğini, başkanlık sisteminin bugünkünden daha iyi olabileceğini o kesimdeki bazı makul isimler de gördü.
Onlardan biri de Zülfü Livaneli...
Livaneli'nin 1996'da Milliyet'te yazdığı "Başkanlık Sistemi" başlıklı yazısı bu nedenle "Evet" cephesinin ilgisini çekti.
Çekmesi de doğal, çünkü soldan hem de Livaneli gibi sanatı ve yazarlığıyla çok sevilen bir ismin başkanlık sistemine övgüler dizmesi, "kan dökmeden gerçekleştiremezsiniz" diyen bir siyasi akıl varken çok anlamlı.
Bu yüzden Livaneli bir "makul ses" olarak ilgi gördü.
İşte ilgi gören o yazıdan çarpıcı bir tespit:
"Bunun yerine iki turlu bir başkanlık sistemine geçtiğimizi düşünün. Devlet başkanını, parlamento değil biz seçiyoruz.
Üç ya da dört yılda bir sandık başına gidiyor ve istediğimiz, güvendiğimiz kişiyi büyük sorumluluklar yükleyerek işbaşına getiriyoruz. Bu seçim iki turlu olacağı için yanlış yapma ihtimalimiz azalıyor. Şimdiki parti oyları gibi onlara, yirmilere bölünmüyoruz..."
Livaneli, meclis dışından atanacak bakan, denge ve denetim gibi önemli özelliklere de dikkat çekiyor ve "Ne dersiniz?" diye yazısını bitiriyor.
Keşke bu düzeyde bir tartışma bugün de yapılabilseydi belki o zaman bazı kafalarda oluşan soru işaretleri giderilmiş olurdu.
Livaneli'nin yazdıkları bu nedenle önemli.
Tabii bu noktada şu da merak ediliyor, acaba Livaneli şimdi ne düşünüyor?
Doğrusu söyledikleri beni şaşırtmadı.
"20 yıl önce Milliyet'te yayınladığım bir yazımı, sanki gizli saklı bir şeymiş gibi 'ortaya çıktı' diyerek tedavüle sokmuşlar. O yazıda gerekçelerini sayarak tartışmaya açmak istediğim sistemle bugünkü anayasa değişikliği ile önümüze gelen anti demokratik sistemin hiç ilgisi yok." Gerçeği Livaneli de biliyor ama geri adım atmak zorunda. Aksi halde mahalle baskısı göğe yükselir. Asıl sorun da burada.
Livaneli'nin 20 yıl önce söylediklerini bugün bir CHP'li veya bir solcu söyleyebilir mi?
Söyleyemez.
Sorun, Rıdvan Dilmen'in, Arda Turan'ın demokratik bir hak olan oyunu açıklamalarına tahammül gösterilmemesinde ve hainlik olarak nitelenmesinde. Bir sanatçı veya sporcu 'hayır' diyebilir ama 'evet' diyemez.
Sorun bu hastalıklı yaklaşımda.