Eski Cumhurbaşkanı, Başbakan ve siyasetin duayen isimlerinden rahmetli Süleyman Demirel'in haksızca çok eleştirilen ama tarihe not düşen o şu sözü hiç unutulmaz: "Yollar yürümekle aşınmaz."
Daha 1969'da söylenen bu sözün hangi bağlamda kullanıldığına bakınca bugün bile tartıştığımız siyaset- şiddet ilişkisine açıklık getirdiği ve Venedik Kriterleri'ni hatırlattığı çok açık:
"Hürriyetlerin kullanılmasından tedirgin olmayacağız. Yürüyüş hürriyeti, hürriyet olarak kabul edilmiş mi? Edilmiş. Bırakın yürüsün neden tedirgin olalım. Kim istiyorsa yürüsün. Yollar yürümekle aşınmaz. Biz bir tek şeye, yürüyüş namı altında yağmanın, gaspın ve tahribin yapılmamasına dikkat ederiz."
Demirel'in bu sözünü hatırlatmamın nedeni Türkiye'de hâlâ şiddet- siyaset ilişkisini kuramayanlar var. Şiddete prim verip, siyaset yaptığını sananlar var. Oysa Venedik Kriterleri de partilerin kapatılmasıyla ilgili aynı ölçüyü koyuyor: "Partiler, şiddeti siyasal bir araç olarak kullanamaz."
İşte bu standart ne yazık ki, en çok ihtiyacı olan Kürtler adına siyaset yapanlar tarafından hep hiçe sayıldı. Ne zaman siyasetin önü açılmak istense karşısına hep PKK çıktı. Bunun son örneğini bütün eksikliğine rağmen Çözüm Süreci'nde gördük. Sürecin amacı siyasetin bu temel kriterini hayata geçirmekti.
Sorunları şiddetle değil, siyasetle çözmenin önünü açmaktı. Önü açıldı da... Ama Türkiye toplumunun siyaset için verdiği desteği HDP heba etti. Peki, buna rağmen Türkiye'de siyasetin önünde herhangi bir engel var mı? Ana dille eğitim veya o çok dillendirilen statü için şiddetsiz siyaset yapılsa kim nasıl engel olacak?
Toplumu bir süre kandırabilirsiniz ama uzun süre kandıramazsınız. Bu gerçeği Kürtler görüyor, gördüğü için de Sur'da, Cizre'de, Nusabin'de şiddetseverlere destek vermiyor. Kürtler çok açık biçimde demokratik taleplerinin "silah zoru"yla alınmasını istemiyor.
Kandil'i durdurmak mümkün
Ama ne yazık ki, HDP'yi yönetenler ve HDP'ye destek veren bir kısım aydın ve medya mensubu bu gerçeği saklama derdinde; partide gören büyük çoğunluk ise susuyor. Çünkü Kürt siyasi aktörleri henüz, Kandil'in oluşturduğu korku duvarlarını aşacak güçte değil.
Buna inanılsa ve HDP içinden Kandil'e karşı bir ses yükselse, kısa sürede müthiş bir dalga yaratır. Böyle bir gerçek ortada dururken, bir kısım aydın ve medya mensubunun bugünlerde ısrarla yeniden "Çözüm Masası"na dönülmesini istemesi de, hem hayra alamet değil hem de inandırıcı değil.
Ortada samimiyet de yok. Samimiyet olsaydı öncelikle, şiddeti, terörü bir siyasal araç olarak kullanan PKK'ya yani "Kandil'e dur" denirdi. Bunu dile getirmeyen hiçbir öneri, hiçbir bildiri samimi ve gerçekçi değil.
Olmadığını Kandil'de savaş çığırtkanlığı yapan Cemil Bayık'ın son çıkışı gösterdi. O çağrıları yapanları bile terse düşürdü. Çünkü Bayık ne yapıldığını hangi rolü üstlendiğini biliyor. Onu da hiç saklamıyor: "Erdoğan'ı ve AKP'yi devirmek istiyoruz. Erdoğan ve AKP devrilmedikçe, Türkiye asla demokratik bir ülke olamaz."
Tıpkı Ankara'daki gibi binlerce masum insanın katledilmesi talimatını veren birinin bunu açıklaması birçok açıdan hayırlı oldu. Birincisi, Türkiye'yi kimlerin, kimleri kullanarak dizayn etmek istediği ortaya çıktı. İkincisi, belki de en önemlisi, Gezi, 17-25 Aralık ve 6-8 Ekim vandalizminden bu yana ilk kez, Türkiye'yi kuşatan kirli ittifak bu kadar açık ve net ortaya çıktı.
Vesayetçisi, Paralel'i ve Kandil'i, üçü bir arada... Ama sonuç değişmeyecek, belki Kandil bunu gördüğü için delirdi.