Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu'yla İstanbul'dan bindiğimiz uçak, Muş'a doğru havalanırken, kafamın içinde Varto var.
Varto, Muş'un bir ilçesi... Son dönemde PKK'nın bölgeyi kaosa sürükleyen "korku siyaseti"yle hayata geçirmek istediği "özyönetim"in de ilk ilan edildiği ilçe.
Varto, birçok açıdan bölgenin dikkat çeken ilçesi... Nüfusunun neredeyse üçte ikisi AB ülkelerinde yaşıyor. Bu nedenle çevre ilçelere göre bir hayli varlıklı.
Okuma-yazma oranı yüksek, derin bir tarihe sahip ve Alevi-Sünni kimliğiyle birlikte yaşamanın da simgesi.
Bu çeşitliliği ve derinliğine rağmen ne yazık ki şiddet ve korku siyasetinin de etkili olduğu bir ilçe. Burada "şiddet" bertaraf edilse de Hrant Dink'in o naif yaklaşımıyla seslendirdiği "güvencin tedirginliği" var. İnsanlar fısıltıyla konuşuyor.
Bu tedirgin ilçeye, Muş'u geçip, beyazlara bürünmüş dağları ve yarı buz tutmuş Murat nehrinin kıyısını izleyerek ulaşıyoruz. Nehrin üzerinde yarım kalan Alpaslan 2 Baraj inşaatını görünce, şoförümüz şöyle diyor;
"Burada 500 kişi ekmek yiyordu. PKK yüzünden 8 aydır durduruldu."
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu birkaç ay önce ilk çatışmaların başladığı bu ilçeye gelen ilk bakan...
Varto'ya gelişine, Vali Seddar Yavuz, AK Parti Muş Milletvekili Mehmet Emin Şimşek ve Belediye Başkanı Feyyat Asya eşlik ediyor.
Ana cadde sakin, ürkek bakışlarla bakanı izleyen tedirgin insanlar görüyorum. Bakan dolaştıkça bir süre sonra o çekingenlik yerini karşılıklı konuşmaya bırakıyor.
Bir esnafın, insanın içini acıtan şu sözleri hepsinin ortak feryadı gibi:
"Huzurumuzu geri istiyoruz. Sokağa çıkmaktan, biriyle konuşmaktan bile tedirginiz. Bırakın işsizliği, işimiz olsa da keyif almıyoruz. Devlet bu teröre bir son versin."
Bakan Soylu, dükkanları, kahvehaneleri tek tek gezip sohbet ediyor. Her gittiği yerde de devlet ve hükümet adına yapılması gerekenleri anlatıyor. Vatandaşın feryadına cevap veriyor:
"Muş ovasında, Varto'dayız. Biz bu toprakların, bu ülkenin ve bu insanlarımızın kıymetini biliyoruz. Biz bir taraftan kamu düzenini tesis edeceğiz diğer taraftan da bu toprakların verimini, bereketini, üzerinde yaşayan insanların, hayatın doğal akışı içerisinde rahat yaşamalarını ve standartlarını yükseltmeleri için elimizden gelen her şeyi yapacağımızı bilmenizi istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın talimatı bu şekildedir."
Bu konuşmalar sürerken, biraz uzaklaşıyor, geziyi uzaktan izleyenlerin arasına karışıyorum.
Bir esnaf, bakanın Varto'ya gelmesinin önemini anlatıyor:
"Buranın normalleşmesi için devletin ve diğer siyasi partilerin buralara gelmesi gerekiyor. Bu gezi bile insanlara güven veriyor. Bunun daha da artmasını istiyoruz."
Çevremizde polisler, özel harekatçılar ve askerler de var. Onların ruh halini de merak ediyorum.
Her an elleri tetikte olanların olup bitenlere nasıl baktığını soruyorum. Genç bir polis şöyle diyor:
"Üç yıldır buradayım. Görevimizi en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz. Şu an bu bölge sakin görünüyor. Olaylar ilk buradan başladı ama sürdüremediler. Kısa sürede sonlandırdık. Ama nasıl devam eder onu bilmiyorum. Fırtına öncesi sessizlik de olabilir..."
Rütbeli bir askerin tespitleri ise ders niteliğinde:
"Bölge insanlarını tanıyorum, iyi insanlar. Ama çaresizler. Çok ciddi bir korku var. Sorunun sadece güvenlik önlemleriyle çözülemeyeceğini biliyoruz.
Bu yüzden alternatif siyasetlerin devreye girmesi gerekiyor." Daha üç ay önce çatışmaların içinden çıkmış bu insanların makul yaklaşımları insanı umutlandırıyor.
Bu umudun sokağı kucaklaması için ne yapılacaksa bir an önce yapılmalı.