Meclis başkanlık seçiminden sonra koalisyon günlüğü başlayacak.
Başkanlık seçiminin bir işaret olup olmayacağını göreceğiz ama şu ana kadar özellikle muhalefet partilerinin açıklamaları sağlıklı bir koalisyon umudu vermiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gerçeği gördüğü için özellikle şu uyarıyı yapıyor: "1990'lardaki koalisyonların yaşattığı sıkıntıları tekrarlatmaya kimsenin hakkı yok. Geleceği aydınlatan bir koalisyona ihtiyaç var.
Partiler üzerine düşeni yapmazsa, çözüm mevkii millettir."
Buradaki sihirli sözcük "geleceği aydınlatan" bir koalisyon ihtiyacıdır.
Cumhurbaşkanının 90'lar uyarısı bu açıdan önemli. 1991 seçimlerinden sonra kurulan "büyük" DYP-SHP koalisyonunu hatırlıyorum. Ekonominin, sosyal güvenlik sisteminin iflas etmesi bir yana şu tablo bile insanı ürkütmeye yetiyor.
O koalisyonla rahmetli Özal'ın başlattığı reformlar süreci de, barış hayali de yerle bir oldu. Laik aydınların içinde yer aldığı faili meçhuller de, barış ihtimalini bitiren, Orgeneral Eşref Bitlis gibi komutanların, Bingöl'de 33 askerin şehit edilmesi de, Sivas Madımak katliamı da bu dönemde yaşandı.
Eğer geleceği aydınlatan bir koalisyon kurulamıyorsa geriye bir tek seçenek kalıyor; yeniden millete gitmek. Çünkü ortaya çıkan siyasi tablo bir koalisyon öngörüyor olsa bile gerçekçi olalım Türkiye'nin iç ve dış sorunları, partilerin siyasi tutumları kısa sürede "yumuşama" sağlayacak bir koalisyonu olanaklı kılmıyor.
Olanaklı olması için koalisyon ortağı olacak partilerin en azından koalisyonun oluşma sürecinde küçük hesapları bir yana bırakıp, siyaset dilini değiştirmeleri ve Türkiye gerçeğiyle yüzleşmeleri gerekiyor.
O gerçeğin başında da yüzde 52 oy alan Cumhurbaşkanı Erdoğan geliyor.
Bir yandan koalisyon isteyeceksin, öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı yapacaksın. Bu olmaz.
Peki, buna rağmen bazı güç odakları neden ısrarla koalisyonu dayatıyor? Çünkü bu zeminin bir daha yakalanma olasılığı yok. Elde edilen sonuç, topluma umut veren bir siyasetin sonucunda gelmiş değil, iki milliyetçi partiye giden oylarla sağlandı. Bu bir siyaset mühendisliğiydi ve özellikle HDP projesiyle hayata geçirildi. Bu yüzden muhalefetin de, muhalefete destek veren güç odaklarının da elleri güçlü değil. AK Parti kendi içinde bu gerçeği analiz edip mutlaka önlemini almalı.
Toplumun, ülkeyi yönetecek bir parti arayışında olmadığı çok açık. Hatta koalisyon bile istemedi. Bir uyarı yaptı. Onu isteseydi MHP ve HDP'ye değil, ana muhalefet olan CHP'ye yönelirdi.
CHP'nin seçim sürecinde söylediği, öne çıkardığı hiçbir projesi oya dönüşmedi.
Ne emekli meselesi, ne taşeron sorunu ne de "merkez ülke" projesini, toplum oy verecek kadar önemli bulmadı. Tam aksine CHP oy kaybetti.
Şimdi ilginç olan şu: Bu durumda olan CHP bile, "Türkiye'yi yeniden yapılandırmak" gibi büyük laflar ederek "koalisyon ortağı" olma pazarlığını yüksek perdeden yapıyor. Akıl alır gibi değil. Toplum, CHP'ye "restorasyon yapması" için oy vermedi ki...
Pozisyonunu korudu o kadar.
Aslında MHP ve HDP'nin durumu da farklı değil. Konjonktürel oy artışları iyi analiz edilip, gereği yapılırsa o oylar da geldiği gibi geri dönebilir. Bu da koalisyon görüşmelerine giderken eli en güçlü partinin AK Parti olduğunu gösteriyor.