Cumhurbaşkanını halkın seçeceği yeni bir döneme giriyoruz. Meclis'in cumhurbaşkanını seçtiği ve "tarafsız" denilerek vesayet sistemini savunduğu dönem geride kaldı.
Yasal altyapısı oluşmasa da Türkiye'nin fiili olarak "yarı başkanlık" sistemine geçtiğini söyleyebiliriz. Tabii bu sorunsuz bir döneme girdiğimiz anlamına gelmiyor. Daha az sorunla atlatmak için bu gerçeği siyasi partilerin masaya yatırması gerekiyor.
Cumhuriyet öncesi ve sonrası Mustafa Kemal Paşa'nın bu konuda söyledikleri ilginç. İzmit'te gazetecilerle görüşmesinde şöyle diyor:
"Bence, kuvvetler ayrılığı prensibi, esaslı bir şey değildir. Kuvvetlerin ayrılığı prensibini koymuş olan insanlar bile, kuvvetlerin birleştirilmesinden yanadır. (...) Müstebitlerle mazlum milletlerin yaptıkları pazarlık sonucunda ortaya atılmış bir sistemdir. Gerçekte, Kuvvetlerin Birliği vardır ve bu kuvvetin kaynağı Millet'tir. Öyleyse, bunun gerçek sahibi de millettir."
Bu satırlara, "İdama Beş Kala" isimli İttihatçıların sözcüsü Cavit Bey'in idama gitmeden önce eşine gönderdiği mektuplardan oluşan kitapta rastladım. Mustafa Kemal'in "kuvvetler ayrılığı" meselesine yaklaşımına dikkat çeken isim ise kitabın önsözünü yazan Tarihçi İsmet Bozdağ.
Bozdağ, o satırların altına şu notu düşüyor: "Mustafa Kemal Paşa'nın nasıl bir meclis, nasıl bir hükümet, nasıl bir devlet biçiminden yana olduğu açıkça görülüyor. Mustafa Kemal Paşa, bu düşüncesini halka benimsetmek için bir parti kurmak düşüncesindedir: Halk Partisi..."
O parti bugün de ana muhalefet olarak varlığını sürdüren CHP... Tarihçiler, CHP'nin kurucusu Mustafa Kemal'in hükümet biçimleri konusunda Jean Jacques Rousseau ve Montesquieu'yu okuduğunu ve iyi incelediğini yazar. Şimdi merak ediyorum, acaba bugünün CHP'si, küresel çağın hükümet biçimleri konusunda, neden kurucusu kadar bile çaba harcamıyor?