Paris'te üç PKK'lı kadına sıkılan kurşunların, yeni barış sürecine sıkıldığı konusunda ilk kez bu kadar geniş bir toplumsal mutabakat var.
Tam da bu nedenle herkes bugünkü cenaze törenlerine daha hassas yaklaşıyor ve sürece zarar verilmemesi için samimi uyarılar yapıyor. Başbakan Erdoğan'ın "Barış süreci dinamitlenmek isteniyor, prim vermeyelim" sözü de Öcalan'ın sağduyu çağrısı da aynı kaygıdan kaynaklanıyor. Bu kaygının giderilip giderilmediğini bugün göreceğiz.
Bu noktada BDP'ye yani sivil siyasete büyük görev düşüyor. Diyarbakır'dan yükselecek barış sesi, Paris'teki kanlı infaza da bundan sonra devreye sokulacak kirli tezgâhlara da iyi bir cevap olacak. Deyim yerindeyse BDP ve PKK çevresi sivil sürece geçiş açısından önemli bir sınavın eşiğinde. Aynı şey güvenlik güçleri için de geçerli.
Önceki gün yazdım, Öcalan, Kürt siyasetinin yeni hedefini açıkladı: "Cumhuriyetin demokrasiyle donatıldığı, silahların devreden çıktığı ve demokratik üniter bir Türkiye."
Diyarbakır'da, Tunceli ve Kahramanmaraş'ta bir araya gelecek on binlerce kişiye, bu siyasi yaklaşım hızla aktarılırsa provokasyon girişimleri etkisiz kılındığı gibi güçlü bir barış sesi de yükselir. Türkiye'nin bu sese ihtiyacı var. Bu ses Diyarbakır'dan yükselirken sürprizlere da tanık olabiliriz. Önceki akşam konuştuğum deneyimli bir BDP milletvekili şöyle diyordu:
"Barış sürecini sabote etmek isteyenlerin hesabı bu kez tutmayacak. Hem devlet hem biz 20 yıllık bir siyasi tecrübeden geliyoruz. Çok acılar yaşadık. Bu nedenle kimse kaygılanmasın barışa hepimizin ihtiyacı var. Bu coğrafyanın tüm değerleri hepimizin ortak değeridir. Yarın (bugün) herkesi şaşırtan sürpriz bir çıkış da olabilir."
Merak edip soruyorum, "Sürpriz çıkıştan kastınız ne?" BDP'li vekil sadece ipucu vermekle yetiniyor: "Vatan da bayrak da, etnik kimlikler de hepimizin ortak değeridir."
Bu söz bana Sezen Aksu'nun söylediği Kemal Burkay'ın o muhteşem şiirindeki özleme çok yaklaştığımızı gösteriyor:
"İklim değişir, Akdeniz olur. Gülümse..."