Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MAHMUT ÖVÜR

Ölmekten başka bir yol yok mu?

Kurban Bayramı'na girerken kritik eşiğe gelen "ölüm oruçları"na bir son verileceği umudu taşıyordum.
Ne de olsa hükümet adına açıklama yapan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Öcalan'a uygulanan tecrit ve ana dilde savunma konusunda olumlu adım atılacağı işaretini vermişti.
Ama bu açıklama bile ölümü kutsayanların hızını kesmedi. Göz göre göre 700'e yakın insan ölümün eşiğinde...
Peki, ne yapacağız? Toplumun vicdanını sızlatan bu sürecin sadece izleyicisi mi olacağız?
Hükümet kendisine emanet edilen hayatları elbette korumak zorunda ve bunun için elini çabuk tutmalı. Ancak burada tek sorumlu hükümet değil.
Açlık grevlerini ölüm orucuna dönüştüren siyasi aklın da sorgulanması gerekiyor. Kimsenin kendi canı da olsa kıymaya hakkı yok. Bunun intihar saldırılarından ne farkı var? Ayrıca açlık greviyle ölüm oruçlarını da birbirine karıştırmamak gerekiyor. Dünyanın hiçbir yerinde ölüm orucuna demokratik bir hak olarak bakılmaz. İçinde ölüm olan bir mücadele biçimi demokratik olabilir mi?
Günlerdir BDP'lileri izliyorum. Yeniden müzakere masası kurulması için "kurban" olmaktan söz ediyorlar.
Peki, kurban olmaktan başka siyasi bir yol yok mu? Bunu Kürt yazar Orhan Miroğlu şu sorusuyla yanıtlıyor:
"Kürt sivil siyasetinin artık güçlü bir iddiayla ortaya çıkmasının zamanı gelmedi mi?"
Geldi ve geçiyor. BDP her defasında elinde silah bulunduran PKK'yı ve Kandil'i muhatap gösteriyor. Olayın tıkanmasının nedeni de bu. Tıpkı eski Türkiye gibi... Cumhuriyeti kuran ordu olduğu için yıllar yılı "tek karar" verici ordu denilerek tüm sorunlar ertelendi.
Şimdi aynı şeyi BDP yapıyor. Bedelini de Türk ve Kürt halkının çocukları ödüyor. Bugün AK Parti kalkıp "Muhatabınız ordudur, gidin orduyla konuşun" dese ne dersiniz? Artık bu kimseye inandırıcı gelmediği gibi BDP'nin tavrı da inandırıcı değil. Elinde silah olan haklıysa o zaman devlet kuran ordu daha haklı olmaz mı? Vesayet rejimi yıllarca Türkiye'yi böyle yönetti.
Artık sivil siyaset, kendi doğrusunu yaratmalı... Bu noktada BDP'ye büyük görev düşüyor. BDP sadece PKK'nın devreye soktuğu eylemlerin peşinden giden parti olmayı bırakmalı ve kendi sivil siyasetini geliştirmeli...
Gerçekten çözüm isteniyorsa çare sivil siyasettir.
Yüzde 26'lık CHP kimin peşinden gidiyor?
Son günlerde açlık grevinin ölüm orucuna dönüşmesi, Öcalan'la görüşme meselesinde çok sayıda yalanın devreye sokulması, cumhuriyet bayramı gerekçesiyle eski cumhuriyet mitinglerini hatırlatan gerilim girişimleri, sivil siyaseti geliştirmekten çok, sivil siyasetin bir kuşatmayla karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Bu noktada CHP'nin pozisyonu da BDP gibi... CHP önce Silivri'ye, sonra Diyarbakır'a gidiyor. Fotoğraf gerçekten ilginç... Silivri'de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Gürsel Tekin'i görüyoruz. Ardından bu ikiliye Sezgin Tanrıkulu da katılıyor ve Diyarbakır gezisi başlıyor. Silivri ile Diyarbakır'ın ortak paydası ne acaba?
Tabii CHP'nin gelgitleri bununla bitmiyor. Aynı CHP'yi dün Ankara'daki yürüyüşte görüyoruz. Hem de günler öncesinden başlayan gerilimli konuşmalarla...
İyi ama yüzde 26 oy alan ana muhalefet partisi kendi gündemini neden yaratmıyor? Ve neden Türkiye toplumunda karşılıkları sıfırın altında olan ADD ve bir gençlik örgütünün peşine takılıyor? Böyle bir CHP iktidara nasıl yürüyecek?
Bu siyasi tablo, Türkiye'deki iki muhalefet aksının CHP ve BDP'nin neden siyaset üretmediğini ve neden toplumdan istenen desteği alamadığını göstermeye yetiyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA