Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ı hedef alan kaset komplosu, uzun süre gündemden düşmedi. Siyasette taşları yerinden oynatan bu komplo, son yılların hatta siyaset tarihinin en sarsıcı operasyonuydu.
Kimi dış mihraklara bağladı, kimi CHP'ye yakın Ergenekon bağlantılı çevrelere... Ama ne olduğu konusunda somut bir bilgiye aradan iki yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen ulaşılamadı. Ulaşılamadı çünkü böylesine ciddi sonuçlar yaratan bir olay, gerektiği gibi soruşturulmuyordu.
Adı konmamış ortak bir suskunluk ve ilgisizlik vardı.
Bu soruşturmanın organize suçlara bakan özel yetkili savcılara verildiği ortaya çıkınca, soruşturmayı yaklaşık 14 ay boyunca yürüten Bilişim Suçları Bürosu'nda görevli Savcı Bülent Yücetürk'le ilgili yazdığım yazıları hatırladım.
Bir yıl sonra (24 mayıs 2011) yazdığım yazıda gelinen nokta şuydu:
"Bir yılda nereye geldik diye dün biraz araştırdım. Bir yıldır bir polis ekibiyle bu soruşturma sürdürülüyor. İki kez Amerika'ya Metacafe'yle ilgili yazı yazıldığını biliyorum. Kısaca şu anda somut bir adım atılmış değil. Ama soruşturma ekibine göre en önemli eksik, Baykal'ın yeterince bilgi vermemesi..."
O yazıda bugün gelinecek noktayı işaret etmiştim:
"Yargı sistemi bu olaya kriz yönetimi mantığıyla yaklaşmıyor. Bu yüzden de özel ekipler değil, rutin içinde mesai saati mantığıyla soruşturma yapılıyor."
İki yıl sonra nihayet bu gerçek anlaşıldı ve soruşturma özel yetkili savcıya verildi.
Peki, neden bu soruşturma bir sonuca ulaşmıyordu?
Savcı Yücetürk'le ilgili ikinci yazım 12 Haziran seçimlerinden kısa bir süre önce bana gelen ilginç bir iş adamının, CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki iddiayla ilgiliydi. O iddia nedeniyle bir kez daha Yücetürk'le konuşmuştum.
Yaklaşımından iddiaları ciddiye almadığı anlaşılıyordu ama daha ben o iddiaları yazmadan "Yargıdan pis kokular geliyor" diye bir başka gazetede o iddiaların "karşı atak" olarak yayınlanmasına şaşırmış, hatta şüpheye düşmüştüm.
Kafamda şu soru işareti oluşmuştu: Acaba soruşturmanın sonuçsuz kalmasında savcının tavrı mı etkili oldu?
Öyle ki bir savcı siyaseti sarsan kaset soruşturmasında hiçbir adım atılmamasını "mağdurlar bile ifade vermiyor" gibi bir argümana bağlayabiliyordu.
Oysa bu bir kamu davasıydı ve mağdurların ifade vermesi gerekmiyordu.
Savcılık bu soruşturmayı derinleştirip sonuçlandırabilirdi. Polis, MİT, askeri istihbaratı gibi neredeyse herkesi adım adım izleyen bir istihbarat yapısına rağmen bir sonuca ulaşılmaması ilginçti.
Hatta savcıya sordum; O malum evi buldunuz mu? Cevap hayır...
O evin kime ait olduğu, kimlerin gelip gittiği araştırılmadan bir soruşturma nasıl yapılır anlaşılır gibi değil.
O günden beri hep aynı soru kafama takılıp kaldı: Acaba Savcı Yücetürk'ün bu dosyaya ilgisizliğinde bugün CHP Milletvekili olan o gün YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan'la YARSAV yönetimde olmasının bir etkisi oldu mu?
Yücetürk, Tarhan döneminde YARSAV yönetimine girmiş daha sonra da başkan yardımcılığına getirilmişti. Halen de bu görevi sürdürüyor.
Bu kafa karıştıran durumu şimdi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun şu açıklaması daha da karıştırıyor.
"Önümüzdeki günlerde özel yetkili savcı CHP'yle ilgili bir dosya çıkaracak. Ortalık birbirine girecek. Bu böyle olacak. Hayali isimler, gizli tanıklar koyup bir şeyler yapacak..."
Yine garip işler dönüyor, anlaşılan bu kaset skandalı daha çok can yakacak.