Türkiye'nin yapısal sorunlarından biri de şehirlerdeki çarpık "yapılaşma." Bunu yaratan ise "imar kanunu"nun yetersizliği.
Gecekondu da, depreme dayanıksız bina da, ucube gökdelenler de bu bilinçli ihmalin bir sonucu...
Tıpkı yüzyıldır insanımızı özgürleştiren sivil bir anayasa yapamadığımız gibi şehirlerimizin de düzgün bir "anayasası" yok.
Bildiğim kadarıyla AK Parti iktidarı 2004'te, şimdikinden farklı olarak sadece şehirleri değil, tüm Türkiye'yi kapsayan bir İmar Kanunu hazırladı ama bir türlü o kanun meclis gündemine gelemedi ve unutuldu. Bir yerlerde bekliyor mu bilmiyorum fakat tıpkı İdari Reform yasası gibi bir daha o kanun gündeme gelmedi.
Oysa öyle bir yasa çıksaydı kimse kafasına göre şehir planı yapmaz ve ortaya ucube şehirler çıkmazdı.
Bugün mahkemelerin yıkım kararı olduğu halde sadece İstanbul Boğaziçi'nde yıkılamayan binlerce bina var.
Aynı şey sahil kentlerimiz için de geçerli... En son eylül ayında gittiğim Bodrum'da çarpıcı bir olaya tanık oldum. O olayın dosyası yeni elime geçtiği için şimdi yazıyorum. Tam bir ibretlik hikâye...
Olayın kahramanları da kamuoyunun yakından tanıdığı isimler.
Yıllar önce Bodrum'un Bardakçı Koyu'nu tepeden gören lüks villaların yer aldığı bir site yapılır. Türkiye'nin önde gelen işadamlarından Yazıcı Holding'in Yönetim Kurulu üyesi Vehbi Yazıcı da o villalardan birini alır.
Bir süre sonra önünde yapılmakta olan villanın biçim değiştirdiğini ve evinin manzarasını kapattığını fark eder.
Önce uyarır ama uyarıyı kimse dinlemez.
Bir süre sonra da önündeki villa neredeyse bir "şato"ya dönüşür.
İşadamı Vehbi Yazıcı da bunun üzerine Bodrum Belediyesi'ne şikâyette bulunur. Tarih 2001...
Şikâyet ettiği kişi de sıradan biri değil, Amerika'nın ünlü Lockheed uçak firmasının Nezih Dural'dan sonraki Türkiye temsilcisi; Edip Sabahattin Mete...
Binanın kaçak olarak biçim değiştirmesini bakın 2002'de Hürriyet'te Yalçın Abi (Bayer) nasıl yazmış: "İmar yasasına göre, 120 m2 6.50 metre yüksekliğinde olması gereken birleşik duruma getirilen üç binada arazi eğiminden ötürü birçok kaçak kat oluşturulmuş; böylece 25 oda kazanılmış... Mete'nin, 'Bodrum Kalesi'nden sonraki en büyük bina' olacak talimatına mimarları baştan itiraz etmişler ama o, kale gibi bu binayı kondurmasını bilmiş..."
Peki, sonra ne olmuş?
İşadamı Vehbi Yazıcı bu kaçak yapıya karşı yasal mücadele başlatmış ve sonunda yıkım kararı çıkartmış. Ama yıkmak ne mümkün...
Araya itirazlar, mahkeme kararları, sahte bilirkişi raporları girmiş ve iş bir hayli uzamış... Ve ne yazık ki iki işadamının bu kaçak yapı kavgasını, bu işlerde irade koyması gereken Bodrum Belediyesi sadece izlemiş.
Nihayet 2008'e gelindiğinde yani tam 7 yıl sonra Danıştay yıkım kararını onaylayınca Vehbi Yazıcı da rahat bir nefes almış... Artık yıkım gerçekleşir diye beklemiş. Ama boşuna.
Kimse şatoya dokunamamış. O tarihten sonra CHP'li belediye gitmiş yerine DP'li Mehmet Kocadon gelmiş ama durum yine de değişmemiş. İki yıl sonra İstanbul depremiyle ilgili bir yazımın ardından, işadamı Vehbi Yazıcı bu konuyu bana iletince ben de Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'u arayıp, durumu sordum.
Verdiği cevap karşısında şaşırıp kaldım:
"Biz o konuyu hallettik. Belediye meclisinde binayı yasal hale getirdik. İsterseniz belgelerini size gönderiyim. Orada yasadışı bir durum yok..."
Araya girip "Peki Danıştay başka bir binaya mı yıkım kararı verdi?" dedim ama işe yaramadı. Başkan o kadar rahattı ki, 4 kez mühürlenen ve hâlâ mühürlü olan kaçak yapıyı yasallaştırmadan en ufak bir rahatsızlık bile duymuyordu.
Hâlâ belgeler gelmiş değil.
Gelse de bir şey değişmez ama aslında o belgeler deprem kuşağında olan bir ülkenin ibret belgeleri.
Vatandaş itiraz ediyor, mücadele ediyor, mahkemeler karar veriyor ama halkın seçtiği belediyeler gereğini yapmıyor.
Şimdi söyleyin, depremde yıkılan binaların günahı sadece müteahhitlere mi ait?
Asıl sorumlular gördüğünüz gibi oylarımızla seçtiğimiz belediye başkanı ve belediye meclisi üyeleri değil mi