CHP'nin kafası karışıktı ama Başbakan Erdoğan'ın "Dersim Özrü" tam anlamıyla altüst etti.
Şimdi ne dediğini bilmeyen, dağılmış ve süreci iyi yönetemeyen bir CHP var.
Konuşanlara ve konuşulanlara bir bakın...
Konuştukça daha çok batıyorlar. Belki sussalar daha iyi olacak. En başta da CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu...
Ne sahip çıkabiliyor ne karşı duruyor. Anlaşılan aklı başında bir iletişim danışmanı da yok ki bu noktaya geldi.
Diyebildiği tek şey: "Özür yetmez arşivi de aç..."
O arşivin önemli bir kısmı biliniyor ama elbette var olanlar da açıklanmalı... Özellikle de Seyit Rıza'nın dış güçlerle ilişkisi mutlaka gerçek boyutuyla ortaya çıkmalı. Nokta dergisinde bu konuyu kapak yaptığımızda yayınladığımız bir Fransız belgesinin sahte olduğu kısa sürede anlaşıldı.
Şu ana kadar CHP adına Kılıçdaroğlu, Gürsel Tekin, Sabahat Akkiraz ve İnönü'nün torunu Gülsün Bilgehan gibi birkaç isim konuştu. O konuşmalar alt alta konulup okunduğunda insan dehşete düşüyor.
Başbakan açıkladı, Dersim'de devletin rakamlarına göre 14 bini aşkın çoluk çocuk yaşlı insan kurşun ve bombalarla öldürülüyor. Bir o kadarı da sürgüne gönderiliyor. Kurtuluş Savaşı'nda bile bu kadar insan ölmedi.
O topraklarda doğup büyüyen ve CHP'nin başına geçen Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının bu olay karşısındaki tavırları, bana "Stockholm Sendromu"nun nasıl bir şey olduğunu hatırlatıyor.
Alın Kemal Kılıçdaroğlu'nun konuşmasını...
"Olaya o dönemin tarihi koşulları içinde bakmak gerekiyor. Dersim olayı özür dilenecek türden bir olay değildir. Dersim'de isyan çıkmasın diye vergi bile alınmamıştır, okullaşma oranı artırılmıştır. Ama yine de isyan çıktı ve isyan da bastırmıştır. Dersim katliamını, Cumhuriyet tarihinin çok karanlık ve derin bir olayı olarak algılamamak gerekiyor."
Özür dilenecek bir olay değil, Okullaşma oranı artmış, "zavallı" devlet isyan çıkmasın diye vergi bile almamış ama "dedeleri"nin de aralarında bulunduğu o "asiler" yine de isyan çıkartmış.
Ayrıca karanlık bir olay da değildir. İhsan Sabri Çağlayangil'i sarsan, Muhsin Batur'u yazamayacak kadar etkileyen bir katliam nedense ataları o katliama uğrayan birini hiç sarsmıyor.
Bu "Stockholm sendromu" değil de nedir?
Kendi celladına âşık olmak bu herhalde.
Şimdi gelelim ikinci konuşmaya... O da CHP'li. Ama onun yeri farklı. O Dersim'i "Tedip" (Yola getirmek, terbiye etmek) ve "tenkil" (başkalarına örnek olacak şekilde cezalandırmak) edenler safında. Dedesi İsmet İnönü... CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan bakın ne diyor:
"Bence sonuca bakmak lazım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlar da var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı."
Tıpkı Amerikalıların Kızılderililere, Batı sömürgecilerinin Afrika'ya baktığı gibi bakıyor. Dersimlileri "adam" etmek için katliamdan geçirip sürgüne gönderen bir zihniyet ancak böyle net anlatılabilir.
Bu hakkı size kim verdi Gülsün Bilgehan?
Ama kabahat sizde değil Bilgehan... Nâzım'ın dediği gibi kabahat bizde...
"Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin,
-demeğe de dilim varmıyor ama-
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!"
Tarihimizle yüzleşme zamanı...
Bu sadece demokratikleşme, evrensel standartlarda bir demokrasi için değil bu hastalıklı durumdan kurtulmak için de gerekli...