12 Haziran seçimlerinin son haftasına girdik. Heyecanı az, gerilimi bol bir süreci geride bırakıyoruz ama şimdi yeni bir tartışma daha çıktı. Önceki gün bir televizyonda CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, cebinden çıkardığı 7-8 tane seçmen kağıdı göstererek şöyle diyordu.
"İşte bu seçmen kağıtlarının hepsi bir adrese gönderilmiş. Oysa bu isimler orada oturmuyor."
Bu iddia sadece birkaç fazla seçmen kağıdıyla sınırlı değil. Çok daha yüksek bir rakamdan söz ediliyor.
Doğrusu nüfus ve seçmen sayımı konusunda sıkıntılarımız olduğu biliniyor. Sandıklarda oy değişimi, sahte oy kullanımı gibi girişimler de elbette mümkün. Ancak Türkiye 1950 seçimlerinden bu yana en zor koşullarda bile seçim yapmayı başaran bir ülke. En sürpriz seçim sonuçları bile kamuoyunu şaşırtmadı. Bir biçimde sonuçlar toplumun beklentileriyle örtüştü.
Ama bu düzeyde milyonları içeren rakamlarla sahtecilik yapılmasına hiç tanık olunmadı. Peki, şimdi seçime birkaç gün kala 8,5 milyon seçmen fazlasından söz edip, şaibeli seçim havası yaymak nereden çıktı?
Bu işte bir gariplik var.
Hem siyaset hem de kamuoyu araştırmalarının deneyimli isim Tarhan Erdem 2009 yerel seçimleri öncesi başlayan benzer tartışma için şöyle bir tespit yapıyor:
"2007'den 2009'a gelirken 6 milyonluk seçmen artışı nereden çıkmıştır? O zaman yazdığımız gibi, bu iki seçmen sayısı ve nüfusun ikisi de yanlıştır, çünkü ADNKS (Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi) ile yeni bir sisteme geçilmiş, bu sistemde de hatalar yapılmıştır! Ben nüfus sayısının da ve bundan türetilen seçmen sayısının da yıllar içinde düzeleceğine inanmaktayım."
Türkiye yeni bir sisteme geçtiği için sıkıntılar olduğu biliniyor. Yüksek Seçim Kurulu'ndaki toplantılarına her partinin temsilcisi katılıyor. Ne olup bittiğini parti yetkililerinin bilmemesi mümkün mü?
Peki, orada bunun kavgası neden verilmiyor ya da verilmedi? Bugüne kadar neden bu konuda CHP yetkilileri dosyalar hazırlatıp kamuoyuna açıklamadı?
İl, ilçe seçim kurullarında dört partinin de temsilcisi var. Bu konular nedense oralarda gündeme gelmiyor ama kamuoyuna mesajlar iletiliyor.
Bu işte bir gariplik yok mu?
Şimdi biraz geriye dönüp 29 Mart 2009 yerel seçimlerini hatırlayalım.
O tarihte 6 milyonluk yeni bir seçmen kitlesinden söz ediliyor ve onların büyük kısmının da bugünkü gibi "sahte" olabileceği söyleniyordu.
Peki, sonuç ne oldu?
AK Parti yüzde 8 gibi bir oy kaybedince bu konu hiç gündeme getirilmedi. Herkes sustu. Şimdi yeniden pişiriliyor.
Bir kere 8,5 milyon seçmenin çoğu daha yeni seçmen olan 18 yaş gençlerden oluşuyor. Ayrıca 2008'de yasa değişti ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi devreye girdi. Yazılmayan, kayıt dışı kalan herkes kayıt içine alındı. Burada eksik veya fazla olabilir ama 29 Mart seçimlerinde olduğu gibi halkın iradesi öyle veya böyle doğru yansıyor.
Bu gerçek bilinmesine rağmen seçimlere birkaç gün kala "sahteciliğin" ön plana çıkartılması manidar değil mi?
Deneyimli bir siyasetçi o manidarlığın altında neler yattığını şöyle özetliyor:
"Mükerrer yazım olabilir mi, olabilir. O zaman bunu bir siyasi parti olarak kanıtlar toplumun önüne getirirsin. Yüksek Seçim Kurulu'na götürür kavganı verirsin. Ama asıl mesele başka. Benim anladığım kadarıyla daha şimdiden bazı şeylere gerekçe aranıyor. Hatta bir taşla birkaç kuş vurulmak isteniyor. Bununla seçim mağlubiyetine kılıf bulunabilir, seçim sonrası beklentilerin sürmesi sağlanabilir, AK Parti'nin galibiyeti gölgelenebilir ve en önemlisi de hâlâ darbelere davetiye çıkartmak isteyenler olabilir. Bunları herkesin iyi izlemesi gerekiyor. Çünkü bir biçimde iç ve dış odaklara demokrasiyle iktidarın değiştirilmeyeceği mesajı veriliyor."
Türkiye'nin bu tür kirli tartışmalardan kurtulması için her partiye görev düşüyor. Her parti sandık başına görevli dikerse sadece kendi oyunu değil halkın iradesini de gölgelenmekten kurtarır.