Balyoz darbe planının Taraf gazetesinde yayınlanması içimizdeki "darbe" tepkisini belki de ilk kez bu kadar net açığa çıkarttı.
Artık Türkiye toplumu darbe istemiyor.
Son 50 yılımıza bir bakın... Darbe sağdan da gelse soldan da gelse bu toplumu refaha ulaştırmadı. Her kesimi derinden etkiledi. Zenginleşmedik, tam aksine fakirleştik. Özgürleşmedik, tam aksine korku toplumuna döndük.
Darbeler ve darbeciler toplumsal huzurumuzu elimizden aldı ve birbirine güvensiz bir toplum yarattı.
Ve hiçbir sorunumuz da çözülmedi. Hâlâ bu ülkenin temel sorunları çözüm bekliyor.
Alın 40 bin insanımızı kaybettiğimiz, 300-400 milyar doların harcandığı Kürt meselesini...
2003'te planlanan Balyoz'a inanmayanlar çok değil 10 yıl önceye 1993'e baksın.
O dönemde terörü bitirmek için topyekûn bir hareket başlatıldı... Resmi kayıtlara göre 3 bin 500 köy boşaltıldı... Meclis Araştırma Komisyonu üyesi eski bakan Fikri Sağlar'a göre 17 bin civarında faili meçhul cinayet işlendi. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in ima ettiği 50'yi aşkın Kürt işadamından birçoğu Meclis'in gözü önünde kaçırılıp, devletin bilgisi dahilinde öldürüldü. Bunların hapsi raporlara geçti.
O günlerde yakılıp yıkılan Lice'ye bugünün CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bile giremedi.
Büyük olasılıkla o dönemde yapılanlar da bir planın parçası olarak hayata geçirildi.
Sonra ne oldu?
O planın Türkiye toplumunu nasıl kirlettiğini Susurluk skandalında gördük.
Devlet, siyaset, bürokrasi hepsi o kirlilikten payına düşeni aldı. Kürt sorunu ise büyüyerek bugüne geldi.
Zaman zaman konuştuğum "derin ses" o günlerde görev yapan etkili bir sivil siyasetçinin şu tespitini aktarıyordu:
"Eğer o günlerde bize söylenenleri tam olarak hayata geçirseydik on binlerce Kürt öldürülürdü. Bazı bölgeler yakılıp yıkılarak tarihten silinirdi. Ben kendi adıma bunu engellemeye, azaltmaya çalıştım."
Balyoz planındaki korkunç eylemlere, cami bombalamalarına inanmayanların dönüp Susurluk dönemine bakması gerekiyor.
Bu konularda dönemin Cumhurbaşkanı Demirel'in, Tansu Çiller'in ve Mehmet Ağar'ın herhalde bildiği çok şey var. Keşke konuşsalar.
Darbeler ve 90'lardaki gibi yok etme planları bu topluma hiçbir şey kazandırmadı.
Ne sorunları çözdü, ne işsizliği azalttı ne de iş ve aş yarattı. Tam aksine oluşturduğu anayasalarla işin içinden çıkamaz olduk.
Türkiye'yi bu çıkmaz sokağa sürükleyen ise İttihat Terakki'den beri "iç düşman" sendromudur.
"İç düşman"ın adı da ağırlıkla "bölünme ve irtica"ydı...
Bu açıdan o kaotik 70'li yılların sonunda yapılan bir tatbikatı hatırlıyorum. O tarihte henüz PKK etkili değildi ve sivil Kürt hareketleri Diyarbakır ve Ağrı'da belediye başkanlıklarını kazanmıştı. Yani 1978'in yaz aylarıydı. Hakkâri-Kuzey Irak sınırında Jandarma Kanatlı 78 Askeri Tatbikatı yapıldı. O tatbikatta düşman güçlerine Kürt milli kıyafetleri giydirilmişti. Devletin kendi vatandaşı Kürtleri "düşman" görmesinin en çarpıcı örneğiydi. Sanıyorum basına da yansıdı ama fazla tartışılmadı.
Bu iç düşman sendromu, Türkiye'nin bir perestroykaya yani yeniden yapılanmaya ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Bunun da iki önemli ayağı var:
Bir: Yeni ve özgürlükçü bir anayasa yapmak.
İki: Ordu'da darbeci subaylar yetiştiren eğitim sistemini kökten değiştirmek...
Enerjisini iç düşmana yönelten, kendi halkını tehlike gören bir orduyla Türkiye bölgesinin güçlü ve demokratik ülkesi olabilir mi?
Türkiye'nin dış savunmaya göre örgütlenen, çağı yakalayan bir orduya ihtiyacı var, ikide bir darbe yapana değil.