23 Nisan 1920... Birinci Meclis'le Türkiye bütün renkleri ve farklılıklarıyla yeni bir yolculuğa çıktı.
Tam 89 yıl sonra ise inkâr ettiği, görmezlikten geldiği ve ötelediği bir sorununu ilk kez halk iradesinin temsil edildiği yine o Meclis'te tartışıyor. Gelinen bu nokta, eksik ve gölgeli demokrasimiz açısından gerçekten tarihi bir gün... Meclis çatısı altında, odağında Kürt sorunu olan "Demokratik Açılım" sürecinin ilk adımı 10 Kasım'da atılmıştı.
Ama bütün gözler ikinci adımın atılacağı 13 Kasım'daydı ve nasıl bir tartışma yaşanacağı merak ediliyordu.
Aslında Meclis kulislerini gezerken tartışmanın nasıl seyredeceğinin ipuçlarını görmek mümkündü.
10 Kasım'a göre daha az gergin geçeceği bekleniyordu:
Herkesin temennisi aynıydı:
"Umarız Meclis'e yakışır bir tartışma olur..."
Meclis Genel Kurulu'na gittiğimizde ilk durağımız CHP kulisi oldu. CHP kulisinde önceki gün genel kurulda Onur Öymen'in konuşmasının yarattığı "Dersim depremi"nin sarsıntısı hemen hissediliyordu.
Ama o sarsıntıyı atlatacak bir başka umutları vardı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın yapacağı konuşma... Bu kez CHP'liler özellikle de Kürt kökenli CHP'liler Deniz Baykal'ın toplumu rahatlatacak önemli açıklamalar yapacağını söylüyordu.
Doğrusu nasıl bir konuşma yapacağını biz de merakla beklemeye başladık.
AK Parti kulisinde ise daha çok muhalefetin bu kez ne yapacağı merak ediliyordu. Onlar muhalefetin katkı sunmayacağı daha da sertleşeceği görüşündeydi. Hatta Reha Çamuroğlu şöyle diyordu:
"Umarım muhalefet daha sert bir çizgi izlemez. Ben bu sertleşmenin sokağa yansımasından kaygı duyuyorum. Bu çok tehlikeli bir yol. Herkesin sağduyu ile hareket etmesi lazım."
Bir süre kalabalık olmayan kulislerde dolaştıktan sonra Meclis Genel Kurul salonuna giriyoruz.
Salonda boş sandalye çok az. İlk konuşmacı İçişleri Bakanı Beşir Atalay, uzun uzun demokratik açılımı ve demokrasinin geliştirilmesi için neler yaptıklarını anlattı. Ama şu sözünün altı çizilmeli:
"Demokratik açılım sürecinin sloganı: Herkes için daha fazla özgürlük... Bu kimseyi zayıflatmaz daha fazla güçlendirir."
Başbakan Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk yerlerini almış, konuşmaları dikkatle izliyorlar... Deniz Baykal henüz ortada yok.
İzleyici koltuklarında ise Celal Doğan'ı, Yaşar Okuyan'ı, DTP'li Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak'ı ve CHP MYK üyesi Mesut Değer'i görüyorum.
İlk konuşmacı İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ı Meclis sessiz ve sakin izliyor. Herhangi bir gerginlik yaşanmıyor.
Ardından ikinci konuşmacı olarak DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk kürsüye çıkıyor. Konuşmasının ilk bölümünde pek ilgi uyandıramıyor ama ikinci bölüm çok çarpıcı ve etkileyici olduğu için herkes pür dikkat izliyor.
Bugünü tarihi bir gün olarak niteliyor, geçmişten bugüne tarihte yaşananları çarpıcı örneklerle anlatıyor ve son sözünü bir çağrıyla bitiriyor:
"Lütfen biraz empati yapın. İnsanın kendi dilinin yok sayılması nasıl bir travma yaratır...
Bunu biliyor musunuz?"
Üçüncü konuşmacı MHP Genel Başkanı Bahçeli de söze "tarihi gün" diye başlıyor ama başka biçimde bitiriyor:
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugün kuruluşundan beri en talihsiz günlerinden birini yaşamaktadır..."
Ve merakla beklediğim Deniz Baykal kürsüye çıkıyor.
"Türkiye'yi doğru yola çıkaracak husus çözüm oradaki insanları kazanmaktır... Lafla değil uygulama ile yapmalıyız... Çok acı geçmişte yaşanan ıstıraplar var. İlişkiler kurarken kimse kimseyi peşin olarak mahkûm etmemeli. Hepimiz birbirimize saygı duymak zorundayız..."
Bu konuşmadan sonra AK Parti adına Ömer Çelik kürsüye geldi. Sorunu birçok yönüyle ele alan Çelik, konuşmasını tarihi örnekler ve lider anekdotlarıyla zenginleştirince hava biraz gerildi. Ama yine de bir öncekine göre daha az gerilimli, daha anlaşılır bir tartışma oldu.
Böylesine derin tarihi bir sorunu ilk kez Meclis'te büyük bir gerilim yaşamadan tartışmayı başarmak bile Türkiye demokrasisi adına sevindirici...